TİHV, T.C. Hükümetleri tarafından imzalanmış olsun ya da olmasın var olan tüm uluslararası sözleşmeleri ve Anayasayı temel alan, işkencenin son bulması ve insan haklarına saygının tesis edilmesi için 30 yıldır mücadele eden, uluslararası tanınırlığı ve saygınlığı olan, bağımsız bir insan hakları kuruluşudur. Prof. Dr. R. Şebnem Korur Fincancı da saygın ve bağımsız bir bilim insanı ve insan hakları savunucu olarak TİHV’in başkanıdır. Sayın Cumhurbaşkanı’nın dün partisinin grup toplantısında sarf ettiği kabul edilemez ifadeler, hem sevgili başkanımızın hem de vakfımızın insan hakları savunuculuğu faaliyetlerini engellemeye yönelik tehdit ve baskı niteliğindedir.
Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dün partisi AKP’nin grup toplantısında yaptığı konuşmada “(…) düşünebiliyor musunuz terör örgütünden birini getirip TTB’nin başına koyuyorlar. Bunun adı terör örgütlerinin STK’lara adeta el koyması hadisesidir. Sağlıkta attığımız adımlar ortada, bu hükümetin en başarılı olduğu alanlardan bir tanesi sağlık. Bütün fiziki alt yapısı ile tarihinde görmediği yatırımları gerçekleştirmiş olan bu hükümete kalkıp da çirkin yaklaşımlarda bulunmak kabul edilebilir bir şey değildir” şeklinde ifadeler kullanmıştır.
Sayın Cumhurbaşkanı, “terör örgütünden birini TTB’nin başına koydular” deyince doğal ve haklı olarak üzerimize alındık. Zira demokratik ve meşru seçimle TTB Merkez Konseyi Başkanı olan Prof. Dr. R. Şebnem Korur Fincancı, herhangi bir terör örgütünün değil dünya çapında saygınlığı olan vakfımızın yıllardır başkanlığını yapmaktadır.
Sağlıkta hükümet tarafından “atılan adımların” içeriği, sağlığın piyasalaştırılması ve bilhassa da Covid-19 salgınına karşı bilim ve toplum sağlığı ilkelerine, Dünya Sağlık Örgütü’nün standartlarına aykırı yol ve yöntemlerle “mücadele” yürütülmesi gibi konularda elbette söylenecek epey söz var. Ancak, bunu TTB üyesi değerli hekimlere, bilim insanlarına ve sağlık çalışanlarına bırakalım.
Evet, işkence görenlerin fiziksel ve ruhsal açıdan tedavi ve rehabilitasyon hizmetlerine erişimlerine yardımcı olduğumuz için biz de bir anlamda sağlık örgütü sayılırız. Ancak bizim asli uzmanlık alanımız insan haklarını ve sivil toplumu korumak ve geliştirmek. Yani insan hakları savunuculuğu yapmak.
Kısaca hatırlatmak gerekirse, insan hakları savunucuları hiçbir ayrım gözetmeksizin insan haklarının herkes için evrensel olduğu ilkesinden yola çıkarak, kendine özgü yöntemler ile (izleme, belgeleme, raporlama vb.) hak ihlallerine karşı mücadele ederler. Bu mücadelenin temel ilkeleri ise şiddetsizlik ve bağımsızlıktır.
Bağımsızlık ilkesi, insan hakları mücadelesi açısından çok önemlidir. Çünkü Türkiye’nin de altına imza attığı tüm insan hakları belge ve sözleşmelere içkin olan evrensel bir gerçek vardır: uluslararası toplumun insan haklarını korumakla yükümlü kıldığı devletlerin aynı zamanda baş ihlalci olduğu gerçeği. Bu gerçeği hiçbir zaman akıllarından çıkarmayan insan hakları savunucuları çalışmalarını, herhangi bir hükümetten ya da başkaca bir siyasal otoriteden, insan hakları ihlallerine adı karışmış kişi veya kuruluşlardan hiçbir şekilde talimat almadan yürütürler.
Şiddetsizlik ilkesi de çok önemlidir. Çünkü şiddet her koşulda bir tahakküm ilişkisinin göstergesidir; bir hak ihlalinin ortaya çıktığı her durumda bir tahakküm etme tarzını da görürüz. Bu nedenle yönetme ve zor yetkisini, tahakküm ve şiddete yol açacak şekilde istismar eden devletlerin yol açtığı hak ihlallerini görünür kılmak, itiraz etmek de şiddete karşı olmaktan kaynaklanan bir sorumluluktur. İhlalleri önlemek ve insan haklarına saygıyı yükseltmek isteyen tüm insan hakları savunucuları, savunuculuk faaliyetinin doğası gereği mutlak olarak bağımsızlıklarını korumak ve barışçıl yollar ile mücadele etmek zorundadırlar.
Devletin eylemlerini denetlemekle görevlendirilmiş olan ama başkanı dahil tüm üyeleri doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından atanan ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanuna tabi kişilerin oluşturduğu Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK) gibi bağımlı ve güdümlü insan hakları kuruluşlarının işlevsizleştirilmesinin ve sivil toplumu denetim altına alma çabalarının ardında da bu denetimden muaf olma arzusu yatmaktadır. Bu nedenle Sayın Cumhurbaşkanı’nın bilimsel ve örgütsel bağımsızlığını yıllardır büyük bir kararlılıkla koruyan, Türkiye’nin en önemli meslek ve sivil toplum örgütlerinden biri olan TTB’nin Merkez Konsey seçimini “sivil topluma el koyma hadisesi” olarak tanımlaması oldukça manidardır.
Buradaki rahatsızlığın nedeni bizce çok açık: Kimse iktidarın icraatlarını denetlemesin, yanlışları eleştirmesin. Oysa demokratik bir toplumda siyasal karar vericilerin denetimi ve eleştirisi bir yurttaşlık görevidir. Bu nedenle de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) pek çok karar ve içtihadında siyasal erki elinde bulunduranların sadece yasama ve yargı organları tarafından değil aynı zamanda halk, sivil toplum ve kitlesel medya tarafından da denetlenmesi gerektiğini çok açık bir şekilde belirtir.
Gelelim sevgili başkanımız Şebnem Korur Fincancı’ya; yukarıda dile getirilen şiddetsizlik ve bağımsızlık dahil insan hakları savunuculuğunun evrensel ilkelerini içselleştiren gerçek bir hak savunucusu olduğu için yıllardır vakfımızın başkanıdır. Bilimsel birikimi ve uzmanlığı sadece tıp alanında değil insan hakları alanında da dünya çapında kabul ve saygı görmektedir. O nedenledir ki uluslararası toplum, Bosna’da toplu mezarların açılması ve Avrupa’nın göbeğinde yaşanan soykırım gibi bir utancın ortaya çıkarılmasında sorumluluk almasını istemiştir. O nedenledir ki, Ortadoğu trajedisinin yaşandığı Filistin ve İsrail’de işkenceye maruz kalan binlerce Filistinlinin, Bahreyn’de işkence sonucu yaşamını yitiren gencin sesi olabilmiştir. O nedenledir ki, AİHM işkencenin belgelenmesi ve raporlanması için sevgili başkanımızın yazarlarından biri olduğu İstanbul Protokolü’nü devletlere ısrarla işaret etmektedir.
Evet, Mavi Marmara gemisinde yaşanan ihlallerin belgeleyicisi olmak, Abu Gharib’de işkence görenlerin hayata tutunmalarını sağlamak, dünyanın neresinde olursa olsun hakikati ama sadece hakikati savunmak sağlam bir ahlaki ve ilkesel duruşu ve mutlak anlamda bağımsız olmayı gerektirir.
Bir kez daha vurgulamak gerekirse, TİHV, T.C. Hükümetleri tarafından imzalanmış olsun ya da olmasın var olan tüm uluslararası sözleşmeleri ve Anayasayı temel alan, işkencenin son bulması ve insan haklarına saygının tesis edilmesi için 30 yıldır mücadele eden, uluslararası tanınırlığı ve saygınlığı olan, bağımsız bir insan hakları kuruluşudur. Prof. Dr. R. Şebnem Korur Fincancı da saygın ve bağımsız bir bilim insanı ve insan hakları savunucu olarak TİHV’in başkanıdır.
İmzaladığı sözleşmeler ile Türkiye’nin de bir parçası olduğu evrensel insan hakları hukuku, insan hakları savunucularının korunmasını demokratik bir toplumun olmazsa olmazı kabul eder. Birleşmiş Milletler (BM) “İnsan Hakları Savunucularının Korunması Bildirgesi”ne göre taraf devletler, bildirgede amaçlanan hakların meşru kullanımı çerçevesinde insan hakları savunucularını şiddet, tehdit, misilleme eylemi, fiili veya hukuksal ayrımcılık, baskı veya diğer keyfi hareketlere karşı korumakla, tüm bu sıralananları suç olarak kabul etmek ve işlem yapmakla yükümlüdürler.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın dün partisinin grup toplantısında sarf ettiği kabul edilemez ifadeler, hem sevgili başkanımızın hem de vakfımızın insan hakları savunuculuğu faaliyetlerini engellemeye yönelik tehdit ve baskı niteliğindedir. Yani uluslararası hukuk ve yasalarımız açısından suçtur. Gereği için ilgili makamları göreve davet ediyoruz.