Image

GAZETE DUVAR

Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi cinayetiyle ilgili 3'ü polis 4 kişinin yargılandığı davanın 4'üncü duruşması görüldü.

Dava Diyarbakır 10'uncu Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülürken, tutuksuz yargılanan sanık polisler F.T., S.T. ile M.S.'nin "bilinçli taksirle ölüme sebebiyet vermek"ten 3 yıldan 9 yıla kadar hapsi isteniyor.
Firari sanık Uğur Yakışır ise hem Elçi hem de aynı gün öldürülen iki polis cinayetinden sorumlu tutuluyor ve hakkında 3 kez ağırlaştırılmış müebbet ve 45 yıla kadar hapis cezası talep ediliyor.

Duruşma öncesinde adliye binasının önü ve çevresi polis ablukasına alındı.

Duruşmada Elçi'nin eşi Türkan Elçi, kardeşleri Ömer ve Mehmet Elçi, Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Erinç Sağkan, Diyarbakır Barosu Başkanı Nahit Eren, çok sayıda baro başkanı ve avukat hazır bulundu. HDP Urfa Milletvekili Nurettin Maçin ve CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu da duruşmaya katıldı.

Diyarbakır Baro Başkanı Nahit Eren, etkisiz yürütülen Tahir Elçi soruşturmasında tanıkları işkenceyle ve bilinçli bir şekilde yanlış yönlendiren ve adil yargılamayı etkileyen savcı Kenan Karaca hakkında soruşturma açılması için suç duyurusunda bulundu.

Eren, aynı zamanda Tahir Elçi cinayetine “siyasi suikast” diyen dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun mahkeme huzurunda tanık olarak dinlenilmesi talebinde bulundu.

Tahir Elçi cinayeti dosyasında en önemli delillerden birini oluşturan ve bozuk olması nedeniyle mahkemenin incelenmesi için TÜBİTAK’a gönderdiği güvenlik kamerasına ait görüntülerin kaydolduğu hard diskin boş olduğu ortaya çıktı.

Duruşmada iddia makamının değiştiği görüldü. Kimlik tespiti yapılması sonrası mahkeme başkanı, önceki duruşmada alınan kararlar doğrultusunda dosyaya eklenen belgeleri açıkladı. Elçi ailesi avukatlarının dosyaya eklenen belgelere ilişkin ayrıntılı beyanda bulunacaklarını söylemesinin ardından Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Erinç Sağkan ve Bursa Barosu Başkanı Metin Öztosun, yargılamaya katılma talebinde bulundu. TBB Başkanı Sağkan, bu taleplerini, “TBB’nin görevlerinin başında meslektaşlarına yönelik hak ihlallerini takip etmek ve gerekli yasal başvuruları yapmak vardır. Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin de benzer şekilde bu sorumluluğunu yerine getirmeye çalışırken katledildiği bir gerçekliktir. Bu doğrultuda katılma talebimizin kabulünü istiyoruz” sözleriyle dile getirdi.

Bursa Barosu Başkanı Metin Öztosun ise, Hrant Dink ve Tahir Elçi cinayetleri arasında benzerliklere dikkati çekerek, her iki ismin de televizyonda yaptıkları konuşmalar sonrasında linçe maruz kalıp, sonrasında cinayete uğradığını ifade etti. Öztosun, “Böyle baktığımızda her iki cinayette bir denk getirilme durumunu görüyoruz. Bu durumun bizlerin vicdanına denk gelmediğini kanaatinin oluşması gerekiyor. Bu nedenle katılma talebimizin kabulünü istiyoruz” dedi.

CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu da Meclis İnsan Hakları Araştırma ve İnceleme Komisyonu Başkan Yardımcısı olarak davaya katılma talebinde bulundu.

EREN: TANIKLARIN BİLGİLERİ YOK

Diyarbakır Barosu Başkanı Nahit Eren, sözlerine Av. Dilara Yıldız’ın katledilmesini kınamakla başladı. Konuşmasında yargılamaya dair mahkeme heyetinden beklentileri üzerinde duran Eren, Elçi cinayetine ilişkin mahkemenin önceki celse aldığı ara kararların bu dosyanın reddi gerekçelerini oluşturmasına rağmen halen bu eksikliklerle yargılamaya devam ediliyor olmasını eleştirdi. Soruşturma sürecine dair eksikliklerin yargılama sürecinde bir bir ortaya çıktığını belirten Eren, geçen duruşma dinlenen tanıklara işaret ederek, "Bu tanıklardan neyi dinledik? Çok açık bir şekilde işlenen cinayete dair görgü ve bilgilerinin olmadığını, soruşturmayı yürüten savcılar tarafından yönlendirildiklerini, hatta işkence gördüklerini söylediler. Fakat ne hikmetse mahkeme heyeti tarafından bu konuda hiçbir işlem yapılmadı. Şayet bizler gibi maddi gerçeğin ortaya çıkması peşindeyseniz yapılması gereken buydu. Bir savcı adil yargılamayı müdahale ederek işkence ile tanıkları yönlendiriyor. Bu bir suçtur” şeklinde konuştu.

YÖNLENDİREN SAVCIYA SUÇ DUYURUSU

Eren, başka bir suçtan tutuklu olup Bolu F Tipi Cezaevi’nde kalan Deniz Ataş’ın Elçi cinayetine dair ifade vermeye zorlandığı süreci anlatarak, barolarına gönderdiği mektubu gösterdi. Mahkeme huzurunda söz konusu mektuptan kimi bölümler okuyan Eren, Ataş’ın mektubunda ismine yer verdiği savcı Kenan Karaca’nın Elçi dosyası ile hiçbir ilgisi olmayıp, Sur’da yürütülen operasyonla görevli olduğunu vurguladı.

Eren, “Elçi cinayeti soruşturması ile ilgili bulunmayan bu savcı, dosyada hukuka aykırı şekilde delil oluşturmuştur.  Böylece işlenen siyasi suikastın üstünü örtme çabası içerisine girmiştir. Deniz Ataş'ın mektubu da bize bunu açıkça gösteriyor. Bu nedenle ilgili savcı hakkında soruşturma başlatılmasını istiyoruz. Mahkemeniz bu yönde girişimde bulunmaz ise biz yapacağız. Ayrıca yine HSK’ye ilgili savcı hakkında şikayette bulunacağız. Sizden ricam bu mektubu dikkate alın" ifadelerini kullandı. Eren, Elçi cinayeti için “siyasi suikast” diyen dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun da dinlenmesi talebinde bulundu.

GÖRÜNTÜ HARD DİSKİ BOŞ

Elçi ailesi avukatlarından Gamze Yalçın, önceki duruşmada alınan ara kararlardaki eksikliklere dair beyanlarda bulundu. Yalçın, dosyadaki en önemli delil niteliğinde olan ve mahkemenin incelenmesini kararlaştırdığı Mardin Kebap Evi'ne ait arızalı olduğu için mavi görüntü veren 4 Nolu güvenlik kamerasına ilişkin TÜBİTAK tarafından hazırlanan rapor üzerinde durdu. Yalçın, TÜBİTAK’tan gelen rapora göre, söz konusu güvenlik kamarasını görüntülerinin kaydolduğu, bilgisayar hard diskinin boş olduğunu açıkladı. Bu kamaraya ait kayıtların işlenen cinayeti aydınlatabilecek önemde olması dolayısıyla incelenmesi talebinde bulunan Yalçın, "Fakat TÜBİTAK’tan gelen raporda bu hard diskin yüzde yüz boş olduğu tespit edildi. Bu delili muhafaza etmek savcılığın sorumluluğunda. Bu hususta mutlak suretle inceleme başlatılmalı. Daha önce tüm sorumlular hakkında soruşturma başlatılması talebinde bulunduk. Fakat bu talebimiz reddedildi. Bu durum aslında delillerin adli emanete alınmamasını ya da hard diskin boşaltılması sonucu doğurdu” dedi. Yalçın, sorumluların tutuklanmasını istedi.

Araya giren mahkeme başkanı, hard diske herhangi bir müdahale olup olmadığının araştırılması konusunda TÜBİTAK ile gerekli yazışmaların yapıldığını belirtti.

Av. Yalçın, mahkemeden İçişleri Bakanlığı müfettişlerince hazırlanan raporun dosyaya eklenmesini talep etmelerine rağmen, mahkemenin aldığı ara kararda bu rapor yerine zaten dosyada bulunan tevsi raporun talep edildiğini dile getirdi. Israrla talep ettikleri bu raporun kendilerinden gizlendiğini kaydeden Yalçın, “Cinayete ilişkin delillerin bizden saklandığı ortadadır. Bu raporun bizler için önemi o gün orada görevli olan tüm polislerin ifadelerine başvurulmuş olmasıdır” diye konuştu.

İHBAR MEKTUBU

Av. Tuğçe Duygu Köksal ise, Elçi cinayetinden birkaç hafta sonra dosyaya eklenen 8 Ocak 2016 tarihli ihbar mektubu hakkında bilgi verdi. İhbarda bulunan polis memurunun kimliğinin tespiti taleplerinin kişinin can güvenliği gerekçesiyle reddedildiğini söyleyen Yalçın, çok önemli bilgiler içermesine rağmen bu mektupla ilgili inceleme başlatılmadığını kaydetti. Köksal, sonrasında Elçi cinayeti öncesinde iki örgüt militanının istihbarat birimleri tarafından 13 kilometre boyunca takip edilmesini salondaki ekrana yansıtılan haritayla anlattı.

'POLİSLER DİNLENSİN' TALEBİ

Köksal, Elçi’nin Dört Ayaklı Minare önünde açıklama yapacağı emniyet tarafından bilinmesine rağmen her iki şüpheliye neden 13 kilometrelik takip boyunca müdahale edilmediği sorunu yöneltti. Maddi gerçeğin ortaya çıkması için sorumlu 4 istihbarat yetkilisine işaret eden Köksal, "Bu cinayet dosyasında önemli iki nokta var; Biri Tahir Elçi’yi kimin öldürdüğü, diğeri de Elçi ve diğer iki polisin öldürülmesi sürecinde kim ya da kimlerin sorumlu ya da kastı var?” diye sordu. İstihbarat polislerinin dinlenmesinin bu dosyada elzem olduğunun altını çizen Köksal, Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Amiri F.G. ile istihbarat yetkilileri S.K., Y.K., B.B., H.A.'nın yanı sıra ihbar mektubunu yazan polisin mahkemede dinlenmesi taleplerinde bulundu.

Diğer müdafi avukatların beyanlarının ardından söz verilen sanık polisler ve müdafileri, bu aşamada bir diyecekleri olmadığını dile getirdi.

SAVCI TALEPLERİN REDDİNİ İSTEDİ

İddia makamı, kaleme aldığı mektubu dava dosyasına eklenen Deniz Ataş’ın Sur’da sokağa çıkma yasağı sırasında tutuklanıp, yargılandığını ve çatışmalarda yer alanlar hakkında detaylı ifadelerinin bulunduğunu söyledi. Avukatlar, savcının tanık Ataş hakkında bir profil oluşturmaya çalışması nedeniyle itirazlarını dile getirdi. Bu sırada avukatlar, “Hükümlü olan biri tanık olarak dinlenemez mi?” şeklinde sorular yöneltti.

Mütalaasını açıklamaya devam eden savcı, TBB ve Bursa Barosu’nun katılma talepleri, dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun dinlenmesi ve sanık polislerin tutuklanması yönündeki taleplerin reddini istedi.

Savcılık mütalaasına karşı yeniden söz alan Diyarbakır Baro Başkanı Nahit Eren, tepkisini şu sözlerle gösterdi: “Önceki beyanlarına rağmen tanıklarının hiçbirisinin olay anını görmediklerini öğrendik. Sadece tanık Deniz Ataş şahsında değil, tümü açısından. Ataş’ın hükümlü olduğuna dar bilgileri paylaşmamıza rağmen sayın savcının söylediklerinden ne anlamalıyız şimdi? Sayın savcı siz burada bir sorun görmüyor musunuz? Bu tanık anlatımlarından sonra savcı ve mahkeme heyetinizin harekete geçmesi gerekirdi. Burada çok önemli bir dava görülüyor ama her şey yanlış. Yanlış deliller oluşturulması yetmiyor üstüne üstlük savcı bey burada aklımızla alay ediyor” dedi.

Tanık Deniz Ataş ile ilgili iki önemli durum olduğunu dile getiren avukat Mehmet Emin Aktar ise, bunlardan birinin kaleme aldığı mektup, diğerinin de bir gün arayla iki savcı tarafından sorgulanmış olması olduğunu vurguladı. Ataş’ın müdafisi olmaksızın hukuka aykırı bir şekilde sorgulandığını söyleyen Aktar, “Savcı Kenan Karaca böyle bir sorumluluğu olmamasına rağmen tanığın beyanını alarak suç işlemiştir. Biz de bugün mahkemenize sunulan mektupla artık bu durumdan haberdar olduk dedik. Bu savcı görevi dışına çıkarak suç işledi. Bu suçu size bildiriyoruz işte” ifadelerini kullandı.  Mahkeme heyeti, taleplerin alınmasının ardından duruşmaya ara verdi.

TALEPLERİN ÇOĞU REDDEDİLDİ

Aranın ardından devam eden duruşmada mahkeme heyeti ara kararlarını açıkladı. Mahkeme, önceki celse verilen ara kararların yerine getirilmesi, cinayet mahallini gören Mardin Kebapevi’ne ait 4 nolu kamera görüntülerinin yer aldığı ve TÜBİTAK tarafından boş olduğu raporlanan hard diskin yeniden incelenmesi ile İçişleri Bakanlığı müfettişlerince hazırlanan raporla ilgili sunulan taleplerin kabulüne; tüm deliller toplandıktan sonra olay yerinde keşif talebinin yeniden değerlendirilmesine, Türkiye Barolar Birliğini davaya katılma talebinin kabulüne karar verdi.

Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun tanık olarak dinlenilmesi talebini yargılamaya yenilik katmayacağı gerekçesiyle reddeden mahkeme, yine dosya tanığı Deniz Ataş’ı kendisini yönlendirdiğini ileri sürdüğü savcı Kenan Karaca hakkında yapılan suç duyurusu talebinin somut bilgi ve belge olmadığı gerekçesiyle reddetti. Mahkeme, sanıkların delilleri karartma ve kaçma şüphesi bulunmadığı gerekçesiyle tutuklanmaları taleplerini, ihbar mektubunda isimleri geçen istihbaratçı polis memurlarının dinlenilmesi taleplerini de reddetti.

Mahkeme, davanın bir sonraki duruşmasını 15 Haziran 2022'a erteledi.

Tahir Elçi cinayetinin tanığı olduğu öne sürülen Deniz Ateş, savcı Kenan Karaca’nın gözaltında kendisini ziyaret ettiğini ve olayı PKK’nin üzerine yıkma karşılığında kendisinin serbest bırakılacağını sözü verdiğini söyledi. Bolu F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan Ateş, Sur’da yaşanan çatışmalar sırasında tahliye edilirken gözaltına alındığını, olay yerine gelen ve Sur’daki çatışmaların soruşturulmasında görevlendirilen Cumhuriyet Savcısı Kenan Karaca tarafından serbest bırakılma karşılığında yönlendirildiğini kaydetti.

Ateş’in gönderdiği mektubu Diyarbakır Baro Başkanı Nahit Eren, mahkemeye sundu. Eren’in mahkemeye sunduğu Ateş’in mektubu şöyle:

“Merhabalar. İyi olmanız dileğiyle kolaylıklar dilerim.

Tahir Elçi davasıyla ilgili mahkemede tanık sıfatıyla çağrılmıştım. Takip ettiğiniz gibi talep etmem üzerine beni fiziki olarak duruşmaya çağırmadılar ve bu yönlü bir tebligat da yollamadılar. Sizlere mahkemeye sunmak için hazırladığım savunmamın bir örneğini yolluyorum, bu cinayetin tüm gerçekleri aydınlatılmak için bu yüzden bildiğim, tanık olduğum ve üzerimde oynanan süreçleri dile getiren temelde bir savunma hazırladım. Ola ki mahkemeye çağrılamasam aynı ifadeyi verip yazılı savunmamda sunacağım. Fazla gecikmemesi adına baronuza verip ulaştırmayı önemli gördüm. Asıl failler belli ama benim gibiler üzerinden olayı başkalarına yıkma çabaları çok açık ortada, hal bu iken bildiğim gerçekleri anlatmayı çok gerekli ve doğru buldum. Zira Tahir Elçi halkımız için önemli biri ve bu uğurda korkusuzca dik duruş sergilemiş biri. Failler açığa çıkmalı, en kısa zamanda elinize ulaşmasını umuyorum. Tekrardan çalışmalarınızda kolaylık diliyorum görüşmek dileğiyle.

SAVCI KARACA AJANLIK DAYATTI

9. Ağır Ceza Mahkemesi’ne Diyarbakır

Konu: 13.07.2021 günü mahkemenizde görülen Tahir Elçi davasına tanık olarak çağrılmamam dönük karşı savunmamdır.

A)- Mart 2015 yılında saat 20.00-21-00 civarında Sur’da yaşayan çatışmalı bölgeden 4-5 kişilik bir grupla tahliye edildim. Özel timler tarafından Cemal Yılmaz Mahallesi (sokak adı anlaşılmıyor) Sokak’ta bulunan Protestan Kilisesine götürüldük. Polis ve askerler bizlere insanlık onuruna sığmayan bir biçimde işkence etmeye başladılar. Çırılçıplak soyulduk ve o soğuk havada saatlerce bize işkence ettiler. Bulunduğumuz yere Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı Kenan Karaca da yanında operasyon bölgesi askeri yetkilisiyle geldi ve yapılan işkencelere aldırmadan tarafıma dönük ajanlık, itirafçılık dayatmasında bulundu. Gözleri önünde yapılan işkenceye ses çıkarmayan savcının daha baştan düşman muamelesi yaptığının en somut kanıtıdır.

OLAYI GÜRKAN VE YAKIŞIR’A YIKMAMI İSTEDİ

Savcı bana hukuka aykırı bir biçimde, “Tahir Elçi cinayetini Mahsun Gürkan ve Uğur Yakışır’a mal etmem için ifade vermemi, ayrıca Kurşunlu Camiinin yakılmasını üstlenmemi, yakıp yıkılan okulların sorumluluğunu üstelenmemi ve askerlerce öldürülen yaşlı engelli bir insanın olayını üstlenmemi” diye bana dayatmada bulundu. Aksi takdirde öldürüleceğimi belirtip tehdit etti ve peşinden ‘Bunları arkadaşlarınızın yaptığını söyleyin ben de sizi bırakacağım, söz veriyorum” diyerek vaatte bulundu. Daha ilk andan savcı aleyhime kullanacak biçimde hareket etmemi dayatıp, ayrıca öldürmekle tehdit ederek kendini mahkeme yerine koymuştur.

Hem asker ve polislerce yapılan işkence, psikolojik baskı, hakaret, dayakla yıldırma hem de savcının bırakılacağıma yönlü vaadi karşısında sıkışık, korkulu ruh halimle, söylenen biçimiyle hareket edeceğimi belirttim.

PKK’NİN ÜZERİNE YIKMA BASKISI

Savcının işlemlerini bitirmesinin ardından, eziyet, işkence ve hakaretler eşliğinde hastaneye götürüldük. Bedenimde darp izleri (şişkinlik, kesik vs.) olduğu halde özel harekat polislerinin dayatmasıyla hastane hekimi üstünkörü bir incelemeyle beni tekrardan polislerin eline bıraktı. Diyarbakır TEM Şubesi’ne götürüldüm. Hücreye alındım. Bir odaya Cumhuriyet Savcısı ve polisler tarafından etrafı camla çevrili, karanlık bir odaya götürüldüm. Savcı orada da ‘Korkma, şerefim ve namusun üzerine seni bırakacağım. Bu olayları PKK’nin üzerine yıkmamıza yardımcı ol. Avukat gelirse bu konuşmalardan bahsetme. Senin de avukatının da başı ağrır. Yoksa hiç kurtulamazsın’ dedi.

Ben sorgudayken avukat beni görmeye gelmiş. Dışarıda planlı bir biçimde çeşitli bahanelerle bekletilmiş. İki- üç saat sorgu esnasında baskı altında olduğumdan denileni kabul ettim ve önüme bir kağıt getirdiler. Okumam-yazmam olmadığından imzalayarak parmak basmamı söylediler ve ben de öyle yaptım. Kağıtlarda ne yazdığını bana okumadılar. Avukattan destek almam da tehditle engellendi. Ardından avukat görüşüne gittiğimde bana ‘Neden geç bıraktılar, bir şey yaptılar mı? Bir şeye imza attın mı?’ mealinde sorular sorsa da savcının dediği gibi yapıp bir şey anlatmadım.

Yaşanan hukuksuzlukları sıralarsam o koşullarda okuma-yazmam söz konusu değildi ve baskı-tehdit altında bir an önce kurtulayım diye söylenenleri kabul ettim. Durumu şimdi ele aldığımda;

1- Cumhuriyet Savcısı (Kenan Karaca) soruşturma ilk ve mantığına aykırı davranıp düşmanca yaklaştı.

2- CMK'nın 147. maddesi ifade ve sorgu tarzına ilişkindir. Savcılık bana yüklenen suçu anlatmalıyken, suç diye üretilen yanlış bilgileri zorla kabul etmem temelli yaklaşılmıştır. Avukatım sorgumda hazır edilmesi kuralına uyulmamıştır.

3- Tutanağın içeriğini hem bana hem avukata okutulması gerekirken, imzamın öyle alınması gerekirken bu yapılmamıştır. CMK 148/C der ‘Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez’ somut olayda bu yaşanmıştır. Çünkü kötü muamele, işkence, yorma aldatma, şiddet, tehdit uygulanarak bedensel ve ruhsal müdahalelere maruz bırakıldım. Kısaca bu aşamada soruşturma aşamasında Savcılık, emniyetteki alınan ifadelerim baskı, aldatma, işkence altında olmadığımdan CMK'nın 147 ve 148. maddelerine aykırı davranıldı.

İSTİHBARATTAN GELDİLER

B)- Savcılığa çıkarıldığımda ifade vermeyerek susma hakkımı kullandım. Aynı savcı yeniden baskı, tehdit, şantajda bulundu. Tutuklanıp Diyarbakır D Tipi Cezaevine konuldum. Tek başıma, tutuklulardan, hükümlülerde uzak tecrit altında tutuldum. Tutukluların arasına verilme talebim geri çevrildi. 4-5 gün sonra mahkemeye götürüleceğim belirtilip Sincan 1 No'lu F Tipi Cezaevine götürüldüm. Çıplak aramaya maruz kaldım. Odaya götürülene kadar da Savcılığın emri denilip kameraya videoya alındım. Odaya alındıktan bir saat sonra ‘Seni görmek isteyenler var’ denilip odadan alındım. İçeride takım elbiseli ve tanımadığım iki kişiyle karşılaştım. Bana ‘Bizi Cumhuriyet Başsavcılığı (Ankara) yolladı. İstihbarattan geliyoruz. Tahir Elçi cinayetini tekrardan bize anlatmalısın. Kameraya alacağız ve basına-medyaya vereceğiz. Senin için de bizim için de yararlı olacak. Hiç korkma hiç kimse sana bir şey yapamaz. Seni çıkartacağız...’ dediler. Ben de ‘Bir şey bilmiyorum, beni kandırıyorsunuz. Ben de ne istiyorsunuz, konuşmak istemiyorum’ diyerek cezaevi personelini beni odama geri götürmesi için çağırdım ve ifadeleri reddedip odama döndüm.

İki gün sonra yine ‘Diyarbakır'dan polisler gelmiş, seni görmek istiyorlar’ diyerek odadan çıkarıldım. Odaya (ziyaret) girdiğimde aynı kişilerle karşılaştım. Kendilerine, ‘Benden ne istiyorsunuz, konuşmayacağım, odama dönmek istiyorum’ dedim.

Gelenlerden biri ‘savcılık bize baskı yapıyor. Deniz akılsızlık etme, bize yardımcı ol biz de sana yardımcı olur, ihtiyaçlarını karşılarız’ gibisinden söylemlerde bulundu. Ben de bir şey belirtmeden odama geri döndüm. İki gün sonra bu sefer cezaevi başgardiyanı elinde bir tebligatla gelerek, okuma yazmam olmadığından kendisi bana ‘Cumhuriyet Başsavcısının hakkında tedbir kararı var. Aile, avukat görüşü yasak. Odadan çıkarılman yasak. Tecride alınma kararı var’ deyip tebligatın içeriğini anlattı.

Bu bölümde de birçok hata ve hak hukuk ihlalleri söz konusu. Bu durumdan hareketle de;

1- Kanunen soruşturması sona erdiği halde kovuşturma evresi başlayacakken, soruşturma evresinin iddianamesini keyfi, kendine göre düzenlemek isteyen savcılık, görev ve sorumluluk ilkesine aykırı hareket etmiştir.

2- Kanunen tabi olacağım mahkeme süreci ortadayken kanuna aykırı olarak tanımadığım, kim oldukları belirsiz kişilerce yapmadığımı görmediğimi bir fiil sebebiyle, üzerime olayın bir şekilde atılması için baskı vaatte bulunma kanuna aykırıdır.

CİNAYETİ İŞLEYENLER DEVLET GÖREVLİLERİDİR

3- Kürt ve Türkiye halklarının tanıdığı insan hakları mücadelesiyle tanınmış hukuki ve siyasi kimliği bulunan ve en önemlisi de Kürt olduğu için bunları çekinmeden dile getiren Tahir Elçi'nin öldürülmesi olayını ısrarla Mahsum Gürkan, Uğur Yakışır üzerinden PKK'ye mal edilmesi/mal edilmeye çalışması gerçekliklerden kaçıştır ve büyük bir yanılgıdır. Herkesin de bildiği gibi Tahir Elçi bizzat devlet içinde yer alan özel güçlerce suikast edilip bir komploya kurban edildi ve bu cinayeti ısrarla PKK'ye mal etmeye çalışmaları suçlarını örtbas etmeye çalışmadır. Diğer yandan Kürtler arasında çelişki yaratarak Kürt kamuoyunu, halkını PKK'ye karşıt hale getirme planıdır. Israrla Tahir Elçi olayını benim üzerimden tanık olmam yoluyla PKK'ye mal etme hesapları devlet politikasının dışavurumudur. Hem barolar hem kamuoyu hem de gerekli incelemeler bu siyasi cinayeti işleyenin PKK olmadığını somut olarak ortaya çıkarmıştır. Cinayeti işleyenler bizzat devlet tarafından görevlendirilmiş özel güçlerdir.

4- Cumhuriyet Başsavcılığının gerek avukat görüşüme tedbir koyması, yasaklaması kararı olması da; söz konusu bölgede cami, okul yakılması, evlerin tahrip edilmesini, yaşlı ve engelli bir insanın evin içinde askerlerce öldürülmesine rağmen benim yaptığımı, Tahir Elçi'nin katledilmesini PKK'ye mal etmeyi kabul etmediğim için bir cezalandırma yönetimidir. Suçları örtbas etme çabalarının benim nezdimde sonuç almamasına dönük cezalandırmadır. Bunun yapılması başlı başına genel durumu açıklıyor ve yaşanan hak ihlallerini, kirli amaçları ortaya koyuyor.

5- Olayda(larla) ilgili tanıklık sıfatım söz konusu olamaz. Tanık beyanım diye ifade edilen, tamamen baskı altında alınan ifadelerim olduğundan görmediğim olayların tanıklığını mantıken zaten yapamam. Olay(la) esnasından nasıl ki tanıklığım yok ise olmayan tanıklığımı mahkemeniz huzurunda yapamam. Yaşanan tüm bu hukuksuz, onursuzluk dayatmalarını açıkça ifade etmeyi de insani bir görev olarak görüyorum. Gerçeklerden kaçmakla kurtulanamaz.

Savcılığın olay(lar), zorla benim tanıklığım üzerinden PKK'ye yıkma gayretleri dikkate alındığında uydurma-yalan şeyler ile hukuka aykırı davranıldığı açıktır. Dolayısıyla sorguda konuna aykırı olarak alınan ifadelerim ne delil sayılabilir ne de tanıklık olarak nitelendirilebilir.

Dolayısıyla söz konusu yaşananlar adil yargılama ilkesine de aykırılık oluşturmaktadır. Baskı, zor kullanılarak alınan ifadelerimin hükme konu edilmesi de kanuna aykırıdır. Bu nedenle delil kanuna aykırı biçimde oluşturulduğundan CMK'nin 206/2 (a) bendine göre mahkemenin bu durumu ele alıp ret etmesi gerekmektedir.

GERÇEK TANIKLIĞIM BUDUR

Bu durumda gözaltı sorgu sürecindeki ‘tanıklığımın’ hukuki bilimsel bir dayanağı bulunmamaktadır. Tüm göstergeler savcılığın siyasi amaçla hareket ettiğine delalettir. Söyleyeceklerim gerçek tanıklığım budur. Gereği bilginize sunulur.