Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi’nin taraf devletler tarafından uygulanmasını inceleyen ve tavsiyelerde bulunan CEDAW Komitesi 82. Oturumu’nda Türkiye’nin durumu 14-15 Haziran’da gözden geçirildi. CEDAW’a taraf olmasından beri geçen 36 yıldır kadına karşı ayrımcılık ve şiddetle mücadelenin önlenmesi konusunda hiçbir ilerleme kaydedemeyen Türkiye, bu değerlendirme döneminde AKP iktidarının neden olduğu büyük bir gerilemenin de hesabını vermek durumunda kaldığı bir oturumla karşı karşıyaydı. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede tek adam kararıyla çekilmesinin ardından gerçekleşen en önemli uluslararası tartışma mecrası bu olduğu için, gözler bu oturuma çevrilmişti.
CEDAW Komitesi ve Türkiye devlet delegasyonu arasındaki müzakerelerin gerçekleştiği oturumlara Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık epey geniş bir delegasyonla, oldukça hazırlıklı gitmiş gibi görünüyordu. Türkiye adına sunulan rapor da Bakan Yanık’ın konuşmaları da kadın ve LGBTİ’lerin yaşadıklarına ilişkin pembe bir tablo çizdi.
Ancak sadece “iktidar sözü” geçerli değil bu oturumlarda, ülkelerin kadın ve LGBTİ örgütleri, hak örgütleri de “Gölge Raporlar” hazırlayıp, tartışmaları takip etmek üzere bu oturumlara katılıyor.
Nitekim; Kadın Dayanışma Vakfı, Kadının İnsan Hakları-Yeni Çözümler Derneği, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği, Kaos GL ve Türk Kadınlar Birliği gibi 20 kadın ve LGBTİ örgütünden oluşan bir heyet de ortak raporlarıyla Türkiye’deki gerçek durumu ortaya koydu. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme süreci, kadın ve LGBTİ hakları, ifade özgürlüğü, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü gibi öne çıkan hak ihlallerini gündemleştirdi.
Hukukun üstünlüğünün aşınmasının, demokrasiye ve insan haklarına yönelik tehditlerin ve toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik saldırıların arttığına, gün geçtikçe artan nefret söylemlerine ve bunların ayrımcılığı derinleştirdiğine yönelik vurgular yapan, çocuk yaşta, erken ve zorla evlendirmelerle ilgili yasal boşluklara ve uygulamadaki hak ihlallerine, medeni haklardaki gerilemelere dikkat çeken, İstanbul Sözleşmesi’nin ortadan kaldırılmasıyla birlikte Türkiye’nin taraf olduğu diğer uluslararası sözleşmelerin de tehdit altında olduğunu ortaya koyan raporlar sundular. Bu raporlar, Türkiye’nin gerçek halini ortaya seriyordu.
Oturumda neler öne çıktı, Bakan Yanık ne dedi, gölge raporlar ne gösterdi? Bakalım…
En çok konuşulan, en çok geçiştirilen konu:
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NDEN NEDEN ÇEKİLDİNİZ?
Toplantıda, Komite üyelerinin en çok üzerinde durduğu konu Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden neden çıktığı idi. Bakan Yanık, bu sorulara skandal bir yanıt verdi: İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme gerekçesi kadına şiddetle daha etkin mücadele etmekmiş! Yanık dedi ki; “İstanbul Sözleşmesi çerçevesinde yapılan birtakım tartışmalar bizim hükümet olarak, siyasi irade olarak kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığın önlenmesi gibi belli noktalarda zayıflatan ve manipüle eden bir niteliğe bürünmüştü. Bu mücadeleyi daha güçlü bir biçimde devam ettirmek (…) için bu tartışmayı bitirme ihtiyacı duydu Türkiye.” Israrlı sorular devam edince, konuşmanın bir noktasında “Bu sözleşme o kadar da işe yaramıyordu” gibi bir savunma cümlesi de geliyor Bakan’dan.
Kadın, LGBTİ ve hak örgütlerinin gölge raporları ise İstanbul Sözleşmesi ile ilgili önemli bir değerlendirme yapıyor: “2020 yılında iktidar yetkilileri ve sözleşme karşıtı erkek grupları, cemaatler ve medya desteği ile başlatılan kampanya, kadınları, kadın örgütlerini, meclisi ve Anayasal kuralları hiçe sayarak İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin Avrupa Konseyine bildirilmesi ile sonlanmıştır. Kamusal gücü de arkasına alan Sözleşme karşıtı kampanya, özellikle bağımsız kadın örgütleri ve LBTİ+kadınlar ve LBTİ+kadın örgütlerinin hedef gösterilmesine, 2012 yılında çıkarılan 6284 sayılı Kanun’a ve en son CEDAW’a, hatta Lanzarotte Sözleşmesi’ne saldırılara kadar varmıştır… Türkiye’nin dünyada ve Avrupa’da benzeri görülmemiş şekilde ilk imzacısı olduğu bir insan hakları sözleşmeden kolaylıkla çıktığını ilan etmesi kadının insan hakları mücadelesi, 6284 sayılı Kanunun ve CEDAW’ın uygulanması bakımından çok ciddi bir tehdittir.”
KADINA YÖNELİK ŞİDDET: BAKANA GÖRE HER ŞEY ON NUMARA!
Bakan Yanık “İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmiş olabiliriz ama kadına yönelik şiddetle mücadelede odağımız değişmedi, değişen sadece araçlarımız yöntemlerimiz” diyerek kadına yönelik şiddetle mücadelede tüm AKP iktidarları boyunca etkin politikalar hayata geçirdiklerini vurguladı oturumda.
Ancak kadın ve LGBTİ örgütlerinin gölge raporu Türkiye’de kadına yönelik şiddetle (KYŞ) mücadeleye ilişkin var olan mekanizmaların, kanunların ve uluslararası sözleşmelerin hükümlerinin uygulanmasından hızla vazgeçildiğini ortaya seriyor. Rapora göre;
- 2012’de yürürlüğe giren 6284 sayılı Kanunun, uygulanmasıyla ilgili gereken önlemler alınmıyor, kurumsal mekanizmalar kurulmuyor, yasayı uygulamayla yükümlü personelin keyfiyeti ve eğitimsizliklerine bağlı olarak ciddi sorunlar yaşanıyor.
- Sadece KYŞ hattı olarak işletilmesi gereken ALO 183, “ALO 183 Sosyal Destek Hattı”na çevrildiği için erişilemiyor. Bu hattı arayan kadınlar, zar zor ulaşabildikleri durumda bile yanlış yönlendirmelerle karşılaşıyor ya da acil durumlarda doğru müdahale edilmiyor, kadınların güvenliğini riske atacak tavsiyelerde bulunuluyor.
- Kadınlar, kolluk kuvvetlerine başvurduklarında da ya bilgi alamıyor ya yanlış bilgilendiriliyor. Hatta şikâyetten ya da sığınak gibi kazanılmış haklarını kullanmaktan/talep etmekten caydırılıyor, delil göstermeye zorlanıyor, şiddet uygulayanla barıştırılmaya çalışılıyor, şiddeti normalleştiren söylemlerle karşılaşıyor. Şikâyetleri kayıt altına alınmıyor.
- Hükümetin övündüğü Aile İçi ve Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Büro Amirlikleri ise çözüm olmaktan çok dert olmuş gibi görünüyor. Kadınlar kurumdan kuruma yönlendirildiği için uzayan süreçlerde pek çok hak gasbına maruz kalıyor.
- 6284 sayılı Kanun kapsamında alınan tedbir kararlarının niteliği ve uygulamasına ilişkin ciddi sorunlar yaşanıyor. Tedbir kararlarının süresi giderek kısalıyor, yeniden başvurularda ret kararları sıklaşıyor, kolluk güçlerinin yavaşlığı nedeniyle tedbir kararları işlevsiz kalıyor. Geçici süreyle verilen gizlilik kararlarının yenilemesi için kadınlar mahkemelere tekrar başvurmak zorunda bırakılıyor.
- Yine hükümetin en çok övündüğü kurumlardan olan Şiddeti Önleme ve İzleme Merkezleri kurumsal ve mali açıdan çok yetersiz, ekonomik, psikolojik, hukuki ve sosyal yardımlar gereğince verilmiyor; sosyal hizmet uzmanı, avukat, psikolog destekleri çok sınırlı kalıyor.
- Türkiye’deki sığınak sayısı ise korkunç durumda. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı 81 ilde 112 sığınmaevi 2779 kapasite ile hizmet veriyor. Göç İdaresi Genel Müdürlüğüne bağlı 3 sığınmaevi 90 kapasite ile hizmet veriyor. Sivil toplum örgütüne bağlı 1 sığınmaevi 20 kapasite ile hizmet veriyor. Bağımsız kadın örgütlerinin sığınak işletmesine de destek verilmiyor.
‘AZ ÖNCE ALDIĞIMIZ VERİLERE GÖRE’YMİŞ…
Oturuma katılan kadın örgütlerinin ve hak örgütlerinin önemli bir izlenimi de şu: Yıllardır Türkiye’de insan hakları, çocuk hakları, kadın ve LGBTİ hakları konularında bir tek doğru düzgün veri açıklanmaz, verilerle ilgili sorular sürekli geçiştirilirken, CEDAW sunumu sırasında “Az önce aldığımız/ sistemden çektiğimiz verilere göre…” diyerek cevaplar verildi.
Oysa gayet iyi biliyoruz ki devlet 2014 yılından bu yana cinsiyete göre ayrıştırılmış veri tutmuyor; tutuyorsa da paylaşmıyor. 2008 ve 2014 yıllarında yapılan ve her 5 yılda bir yapılması planlanan “Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması” ise 2014’den beri yapılmadı. TBMM’de bu konuda verilen soru önergelerinin neredeyse tamamına “Bu konuda güncel veri bulunmamaktadır” cevabı veriliyor. Peki nereden çıktı bu “son dakika” verileri? Aslında oturum boyunca eski raporlarda sunulan veriler güncel verilermiş gibi sunularak Komite yanıltıldı.
"KÜRTAJ VE CİNSEL SAĞLIĞA ERİŞİMDE HİÇ SORUN YOK" YALANI
Aile Bakanlığı, cinsel sağlık ve üreme sağlığı konularındaki sorulara, Anayasanın 10. maddesine göre tüm vatandaşlara ücretsiz doğum kontrol hizmetlerinin sunulduğunu söyleyerek yanıt verdi. “Kürtaj tüm kadınlar için erişilebilir mi?” sorusuna ise kürtajın 10 hafta yasal sınırı ile; cinsel şiddet, tecavüz ve cinsel istismar durumlarında ise savcılık kararı ile 20 haftaya kadar tüm devlet hastanelerinde yapılabildiği, hastanelerin kürtaj yapmama konusunda bir isteksizlik, keyfilik göstermelerinin mümkün olmadığı ve kürtaja her kesimden kadının erişebileceği cevabı verildi.
Gölge rapor ise bu “yalanın” arkasındaki gerçekleri şöyle ortaya koyuyor:
“Devletin cinsel/üreme haklarına ilişkin politikaları ve bu alandaki kadınların insan haklarını ihlal eden uygulamaları kadınların hayatlarını zorlaştırmaktadır. Türkiye’de 10. haftanın sonuna kadar kürtaj yasal olsa da uygulamada kadınlar devlet hastanelerinde kürtaj yaptıramamaktadır. Doğum kontrol yöntemlerini kullanması kocası tarafından engellenen, evlilik içi tecavüze maruz bırakılarak gebe kalan kadınlardan, resmi nikâhlı ise kürtaj için kocalarının izninin istenmesi, kadınların bedensel söz hakkını ihlal etmektedir. Özellikle yoksul ve/veya Türkçe konuşamayan kadınlar kürtaj hakkına erişememektedir.”
Bu arada, daha bu hafta aile sağlığı merkezlerinde uzun zamandır doğum kontrol araçlarının ücretsiz dağıtımının yapılmadığının ortaya çıktığını da hatırlatalım.
Reklam
LGBTİ HAKLARI: HAKLARI ANAYASA GÜVENCESİNDEYMİŞ!
Oturumda üstünde durulan bir konu da LGBTİ hakları oldu. Kadın örgütleri ve LGBTİ örgütlerinin keyfi gözaltılar ve güç kullanımıyla ifade özgürlüklerinin kısıtlanmasına dair herhangi bir geçici özel önlem planı olup olmadığı sorusu da yanıtsız kaldı. Bakan Yanık, “Hukukumuza göre kişilerin herhangi bir konuda toplantı gösteri yapmaları hatta herhangi bir konu için toplanmalarına dair izin almalarına bile gerek yoktur. Herhangi bir kamu merciinin bu konuda onlara izin vermelerine ihtiyaç yok” diyerek geçiştirdi. Komite üyelerinden birinin ısrarlı şekilde sorması üzerine LGBTİ’lere dönük ayrımcılık ve hak ihlallerine ilişkin şu yanıtı Verdi Bakan Yanık: “Türk hukukunda hiçbir kişiye inancından, mezhebinden, dilinden, dininden, siyasi görüşünden, felsefi inancından, cinsiyetinden, sosyal grubundan, vb.’den dolayı ayrımcılık uygulayamazsınız… Hayatın hangi alanında ise eğer bir ayrımcılık içeren bir davranış biçimi varsa Anayasaya aykırılık teşkil eder ve kişilerin bunu tazmin etme hakkı vardır. Buna LGBTli bireyler de dahil olmak üzere böyledir” dedi.
ÇOCUK YAŞTA EVLİLİKLER: İSTİSMARI AKLAMA ÖNERGESİNİ SAVUNAMADI, MEDENİ KANUN’A SARILDI
Yakın bir dönemde Türk Ceza Kanunu 103. Maddesi üzerinden erken yaşta zorla evliliklerin önünü açan ve cinsel istismar suçlarında fail ve mağdurun evlenmesi halinde cezasızlık öngören kanun önergesi gündeme gelmişti. CEDAW oturumunda komite üyeleri bu konuya ilişkin sorular sordu. Derya Yanık, çocuğa yönelik cinsel istismarın Türk Ceza Kanunu’nda tanımlı bir suç olduğunu ve cinsel istismarın bildirim yükümlülüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği cevabını verdi. Bakan Yanık ayrıca, şikâyet edilmeme ya da evlilik yoluyla cezasızlığın mümkün olmadığını belirtti.
Bakan uygulamalardan çok varolan yasalara dikkat çekmekle yetindi. Medeni Kanun’a göre yapılan evlilik dışında başka evliliğin mümkün olmadığını, dini yolla yapılan nikah sayısının çok düşük olduğunu söyledi. Tecavüzcüyle evlendirmenin kanuna göre mümkün olmadığını ekleyen Derya Yanık, nafaka ile ilgili ise, miktarların çok düşük olduğunu ve tahsilatta sorunlar yaşadıklarını bildiklerini söyleyerek, nafaka kararlarının etkin uygulanması ve nafaka dışında kadınların mali desteklere ulaşmaları yönünde çalıştıklarını kaydetti.
Hak örgütlerinin hazırladığı gölge rapor ise bu konudaki gerçekleri şöyle ortaya seriyor:
“Türkiye’de, kız çocuklarının çoklu ayrımcılık ve şiddet görmelerine neden olan en vahim uygulama ise çocuk yaşta erken ve zorla evlendirilmeleridir. Bunlar kayıt dışı evlilikler olduğu için veri eksikliği vardır. 15-19 yaş grubu kadınların neredeyse yüzde 4’ü hâlihazırda çocuk sahibidir ya da ilk çocuklarına gebedir. Sadece ilkokulu bitirmiş kadınların yüzde 20’si adölesan dönemde çocuk sahibi olmaya başlarken, bu oran lise veya üzeri eğitim alan kadınlar arasında yüzde 1’e düşmektedir. Yoksul kadınlar arasında adölesan annelik daha yaygın iken (yüzde 9) refah düzeyi yüksek olan kadınlar arasında yaygın değildir yüzde 1). Türkiye’de, hali hazırda 25-49 yaşlarındaki kadınların yüzde 21’i 18 yaşından önce, yüzde 4’ü 15 yaşından önce evlenmiştir. Bu vahim tabloya rağmen halen önleyici herhangi bir tedbir alınmamakta ve politika oluşturulmamaktadır.”
"TECAVÜZ KRİZ MERKEZLERİ AÇACAĞIZ SÖZÜNÜ TUTACAK MISINIZ?"
Cinsel şiddete maruz bırakılanlara yönelik neler yapılıyor sorusunu ise Bakanlık, halihazırda kadın doğum ünitelerinde veya kadın doğum uzmanı bulunan acil tıp ünitelerinde tecavüz vakalarına 7/24 bakıldığını söyleyip, Tecavüz Kriz Merkezleri ve Cinsel Şiddet Danışma Dayanışma Merkezlerinin öneminden bahsederek yanıtladı. Bu merkezlerin yasal dayanaklarını oluşturduklarından ve Türkiye’de 5 adet cinsel suç mağduru tıbbi destek biriminin açılmasını planladıklarını dile getirdi ama ne zaman açılacaklarına dair herhangi bir şey söylemedi.
Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği ise, CEDAW oturumu sonrası yayımladıkları notta ülkede bir tek tecavüz kriz merkezinin, cinsel şiddet özelinde bir telefon hattının olmadığına dikkat çekiyor: “Hukuk danışmanlığı, psikolojik destek, kanıt toplama ve ifadelerin alınması gibi bütüncül destek mekanizmaları bulunmayan bir tek kadın doğum kliniklerinin cinsel şiddet vakalarına bakması kabul edilemez. Başvuru merkezlerinin sistemsizlik ve koordinasyonsuzluk içerisinde çalıştığı düşünüldüğünde cinsel şiddete özel merkezlerin bulunmasının ne kadar acil bir ihtiyaç olduğunu görmekteyiz. Bu nedenle tecavüz kriz merkezlerinin açılması yönünde uluslararası mekanizmalar önünde verilen sözün tutulmasını bekliyoruz!”
CEDAW NEDİR?
Birleşmiş Milletler düzeyindeki 9 temel insan hakları sözleşmesinden biri olan Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi CEDAW, BM tarafından 1979 yılında kabul edildi, 1981 yılında yürürlüğe girdi. 1986 yılından bu yana Türkiye’nin de taraf olduğu CEDAW Sözleşmesinin 18. maddesi uyarınca taraf ülkeler (189 ülke) Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesine her dört yılda bir, ülke raporlarını sunma yükümlülüğüne sahip. Söz konusu ülke raporunu sunma yükümlülüğünü de Türkiye adına Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı yerine getiriyor.
CEVAPSIZ KALAN SORULAR:Şüpheli kadın ölümleri, kadın örgütlerine kapatılma davaları, keyfi gözaltılar…
■ Oturumda şüpheli kadın ölümleri ve namus cinayetlerine ilişkin soru ise Adalet Bakanlığı temsilcisi tarafından sadece ilgili kanunlara atıf yapılarak “cevaplanmış” gibi yapıldı.
■ Tarlabaşı Toplum Merkezi ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na “genel ahlaka aykırılık” üzerinden açılan davalardan haberdar olduklarını, “ahlaksızlık” söylemiyle neyin kast edildiğinin netleştirilmesini isteyen soru da yanıtlanmadı.
■ Ulusal insan hakları kurumlarının ne kadar bağımsız olduğu konusundaki soru da yanıtsız kaldı.
Reklam
■ Devletin engelli kadınlar ve LBTİ kadınların siyasi katılımına dair ne yaptığı sorusu da yanıtsız kaldı.
GÖLGE RAPORUN İŞARET ETTİKLERİ:
■ 2016’dan bu yana Türkiye, CEDAW Komitesinin hiçbir tavsiyesine uymamış. Gölge rapor, o tarihten bu zamana kadar kazanılmış haklara saldırıların arttığı hızlı bir gerileme dönemine girildiğine dikkat çekiyor.
■ 2015 yılında “iç güvenlik yasası”, 20 Temmuz 2016 sonrasında ilan edilen olağanüstü hâl (OHAL) dönemi ile, sonrasında anayasa değişikliği referandumu ile tüm yetkilerin Başkanlık elinde toplanması, anayasal ilkeler ve uluslararası standartlara aykırı olarak yapılan tüm yasal düzenleme ve değişiklikler kurumları işlevsiz hale getirdi, kadın örgütleri başta olmak üzere bağımsız ve tarafsız sivil toplum kuruluşları İçişleri Bakanlığı’nın talimatıyla kapatılma ya da kayyum atanması riski ile karşı karşıya bırakıldı.
■ OHAL bahanesi ile birçok belediyeye kayyım atandı, bu belediyelerin kadına yönelik şiddetle mücadele için kurmuş oldukları danışma, destek ve eşitlik birimleri kapatıldı.
■ Hukuk sistemindeki bütün bu değişiklikler ve otokratik yönelim, kadının insan hakları çalışmalarını doğrudan etkiledi, bağımsız kadın örgütlerinin faaliyet alanında ciddi bir daralmaya ve gerilemeye yol açtı.
■ Kadın haklarını savunacak ve cinsiyet eşitliği perspektifiyle kadın politikaları üretecek hiçbir devlet kurumu kalmadı. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM) görünmez hale geldi. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu (KEFEK), Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK), Kamu Denetçiliği Kurumu (KDK) gibi kurumlar görev ve sorumluluklarını yerine getirmiyor, hatta TİHEK son dönemde İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Kanun aleyhine kampanyaların yürütücüsü haline geldi.
■ Bağımsız kadın örgütleri yerine iktidar güdümlü yandaş kurumlar, sivil toplum örgütü adıyla iş birliği yapılan örgütler haline getirildi. Hiçbir bağımsız kadın ve hak örgütü, kadınlarla ilgili plan süreçlerine dahil edilmiyor. Son dönemde çığ gibi çoğalan GONGO’ların desteğini, sanki bağımsız STÖ’leriymiş gibi Komiteye sunuluyor.
Reklam
■ Ayrıca, kendileriyle aynı görüşleri paylaşmayan ya da farklı yaşam tarzlarını benimseyen kadın ve insan hakları savunucularını terörist olarak damgalanıyor, tutuklanıyor, hedef gösteriliyor, örgütleri kapatılma tehdidiyle karşı karşıya bırakılıyor.
■ Kadın örgütlerine ve hak temelli çalışmalar yapan STK’lara “kanuna ve ahlaka aykırı faaliyet” yürütme iddiasıyla kapatma davaları açılıyor, hatta bu davalara Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı katılma talep etmeye başladı.
■ LGBTİ örgütlerİ üst düzey kamu otoriteleri tarafından sapkın ilan edilip, hedef gösteriliyor.
EŞİTLİKTE SONLARA OYNAYAN ÜLKE: TÜRKİYE
Türkiye 2020 yılı Sosyal Gelişme Endeksine göre toplam 163 ülke arasında 92. sırada yer alırken, siyasette kadın erkek eşitliğinde 162. sırada. 2021’de Dünya Ekonomik Forumu (WEF) tarafından hesaplanan küresel toplumsal cinsiyet açığı endeksine göre Türkiye 156 ülke arasında 133., siyasi yaşama katılımda ise 114. sırada.