Tarih: 5-9 Şubat 2024

Mahkeme: İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi, Silivri 1 No’lu Duruşma Salonu

Dosya No: 2022/287

Arka Plan

2016 yılında kurulan Göz İzleme Derneği’nin amacı, zorunlu göçe tabi tutulan insan kitleleri arasında etkin bir sosyal dayanışma geliştirmek ve göç mağdurlarının insanca yaşama yönelik taleplerini yükseltmek. 3 Haziran 2022’de, derneğin eski ve yeni yöneticileriyle üyelerinin evlerine, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın terör örgütü üyeliği şüphesiyle başlattığı soruşturma neticesinde şafak baskını yapılarak 22 kişi gözaltına alındı. Haklarında 24 saatlik avukat görüş yasağı ve dosyaya erişimin kısıtlanması kararı alındı. Sekiz günlük gözaltı uygulaması boyunca dosyadaki delilleri inceleyemeyen avukatları, savcıyla yaptıkları görüşmede soruşturmanın MASAK raporuna dayandığını öğrendi. 

Gözaltı süresinin sonunda, 11 Haziran 2022 günü İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı şüphelilerin 21’i hakkında tutuklama tedbiri uygulanmasını talep etti ve 4. ve 8. Sulh Ceza hakimlikleri tarafından 16 kişi hakkında tutuklama kararı verildi. İddianame hazırlanana kadar dosyayla ilgili kısıtlama kararı devam etti. 1 Eylül 2022'de iddianame hazırlandı ve 16 Eylül 2022'de şüphelilerin örgüt üyeliğinden cezalandırılması talepli dava açıldı. Ayrıca aynı savcılık tarafından davaname hazırlanarak derneğin kapatılması Asliye Hukuk Mahkemesinden talep edildi. 22 kişinin yargılanmasına 13-14-15 Aralık 2022 tarihinde, İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesinde başlandı. 

Davanın ilk duruşmasından önce sanık avukatları, duruşmanın Çağlayan Adliyesi’nin büyük salonunda görülmesini talep ettiyse de bu talep söz konusu salonun dolu olması nedeniyle reddedildi. Daha sonraki duruşmalar ise Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsünde yer alan büyük salonda görüldü.

Duruşma Öncesi

5 ile 9 Şubat tarihleri arasında beş gün boyunca sürmesi planlanan duruşma 5 Şubat Pazartesi günü tüm gün sürerken diğer günlerden yalnızca 9 Şubat Cuma gününde kararın okunması için toplanıldı, arada kalan üç günde ise duruşma olmadı. 

5 Şubat Pazartesi günü sabah saat 10.07’de Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü (CİK) yerleşkesine varıldı. Yerleşkeye ve salona girişte ciddi bir sorun yaşanmadı. Yerleşkenin girişinde araç kuyruğu olup araçlarda bulunan ve avukat olmayan herkese GBT kontrolü yapıldı. Duruşma öncesinde bir toplanma veya basın açıklaması yapılmadı. Duruşma salonunun yer aldığı binaya avukatlar hariç kimsenin elektronik cihaz sokmasına izin verilmediği için avukat kimliği bulunmayanlardan telefon, bilgisayar gibi elektronik cihazları girişte teslim alındı ve duruşma araları da dahil olmak üzere çıkışa dek verilmeyeceği belirtildi.

Duruşma salonu hazır edildiğinde bekleyenler içeri alındı. Katılımın düşük olduğu gözlendi. On beş sanık, yirmi iki avukat ile Hafıza Merkezi, TİHV ve Alman Konsolosluğundan gelen beş gözlemci salonda yerlerini aldılar. Mardin’den bir sanık ve Diyarbakır’dan dört avukat ise SEGBİS ile duruşmaya katılım sağladılar. Dört asker ve on iki jandarma da salonda kolluk kuvvetleri için ayrılan bölümde yerlerini aldılar. Duruşmanın başlama saati 10.00 olarak planlanmış olmasına rağmen ilk oturuma bir saat on dakikalık bir gecikmeyle başlandı.

Duruşmanın Seyri

1. Gün | 5 Şubat 2024 Pazartesi

Duruşma salonunun geniş olduğu; SEGBİS, hoparlör ve mikrofon gibi teknik koşulların sorunsuz işlediği görüldü. Duruşmanın ilk oturumu heyetin de yerlerini almasıyla saat 11.10’da SEGBİS sistemine bağlanılması ve yoklama ile başladı. Salonda hazır bulunanların tespiti yapıldıktan sonra açık yargılamaya başlandı. 

Sanık müdafileri Av. Abdulkadir Karahan, Av. Abdullah Çakmak, Av. Ahmet Baran Çelik, Av. Aslıhan Bulut, Av. Ayşe Özdemir, Av. Barış Yavuz, Av. Berivan Bekçi, Av. Burcu Gül, Av. Cem Özcan, Av. Çağla Leyla Kaya, Av. Deniz Çiftçi, Av. Emrah Baran, Av. Esra Kılıç, Av. Ezgi Şahin Yalvarıcı, Av. Faruk Yıldırım, Av. Gulan Çağın Kaleli, Av. İshak Demirel, Av. Kader Tunç, Av. Murat Aba, Av. Ömer Çakırgöz, Av. Polat Yamaner, Av. Rezzan Gezer, Av. Serhat Çakmak, Av. Veysel Demirkaya, Av. Vedat Çağırtekin ve Av. Yasemin Soydan duruşmada hazır bulundu.

Savcılık Mütalaası

İddia makamı sanıkların tümü bakımından kolluk araştırma ve istihbarat raporları, iletişimin tespiti kayıtları, aramada ele geçirilen yayın ve materyaller ile diğer tüm delillerin söz konusu dernekte faaliyet gösterdikleri tespit edilen şahıslardan olan sanıkların örgüte sempati duyduğunu gösterdiğini ancak silahlı örgüte üyelik suçunun oluşabilmesi için örgütle organik bağ kurulması ve kural süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerin bulunması gerektiği ve örgüte sadece sempati duymak ya da örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemek, buna ilişkin yayınları okumak, bulundurmak, örgüt mensuplarına saygı duymak gibi eylemlerin örgüt üyeliği için yeterli olmadığından bahisle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediklerine yönelik her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği sonuç ve kanaatine ulaşarak 5271 sayılı CMK’nin 223/2-e maddesi uyarınca silahlı terör örgütüne üye olma suçundan ayrı ayrı beraatlerine dair karar verilmesi, tutuklu sanık Erhan Örs’ün tahliye edilmesi ve diğer sanıklar yönünden uygulanan adli kontrol tedbirlerinin kaldırılmasına; sanık Berkant Yılmaz’ın ise sosyal medya hesaplarından herkese açık bir şekilde PKK/KCK, PYD/YPG terör örgütlerini ve örgüt mensuplarını övecek, terör örgütünün cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek ve bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek nitelikte paylaşımlarda bulunarak 3713 sayılı Kanunun 7/2. maddesinin ilk cümlesinde düzenlenen terör örgütü propagandası yapmak suçunu işlediğinden ve paylaşımın herkese açık elektronik kitle iletişim aracı ile yapılmış ve suçun basın ve yayın yoluyla işlenmiş olmasından bahisle 3713 sayılı TMK’nin 7/2 ile 5237 sayılı TCK’nin 43/1 ve 58. maddeleri gereğince cezalandırılmasına ve TCK 53. maddesi uyarınca belirli haklardan yoksun bırakılmasına karar verilmesinin talep edildiği mütalaasını aynen tekrar ettikten sonra sanıkların sorgusuna geçildi.

Sanık Savunmaları

Hazır bulunan tüm sanıklar önceki savunmalarını tekrar edip beraatlerini talep ettiler, sekiz sanığın ise duruşmada hazır bulunmadığı görüldü. 

Bilal Yıldız yürüttükleri insan hakları çalışmaları gerekçe gösterilerek tutuklandıklarını, yaptıkları bütün çalışmaların meşru olduğunu, iki yıldır süren bu yargılamada ağır ihlallerle karşıklaştıklarını, insan hakları alanında çalışmanın kriminalize edilmesinden vazgeçilmesini istediklerini belirtti.

İlyas Erdem savunmasında yaklaşık 25 yıldır bu mücadeleyi sürdürdüklerini, bunu yaparken herhangi bir yerden emir veya talimat almadıklarını, sesini çıkarmayan kişilerin sesi olmaya çalıştıklarını, olmaya da devam edeceklerini, çalışmalarının meşru olduğunu, iddianamedeki İtalya’ya gitmesinden cezaevine para göndermesine kadar somut karşılığı olmayan suçlamaların suç üretmeye yönelik gerçekle alakası olmayan şeyler olduğunu, bunun bir iddianame değil bir senaryo olduğunu söyledi.

Kamile Kandal mültecilerin, sığınmacıların, göçmenlerin haklarının insan hakları olduğunu; zorunlu göçe maruz kalmış her inanç, ulus ve kökenden insanın haklarını savunduklarını ve savunmaya da devam edeceklerini ekledi.

Pınar Konak ise tüm bunları kanunun onlara tanıdığı örgütlenme hakkı kapsamında yaptıklarını ekledi.

Veysi Yıldız savunmasına ek olarak epilepsi hastası olduğunu, 6.5 - 7 aylık cezaevi sürecinde sağlık problemlerinin arttığını, tahliyeden bu yana da halen toparlanmaya çalıştığını, psikolojik travmasının devam ettiğini, eğitim hayatının ise bir yıl sekteye uğradığını, bu saatten sonra beraat etse dahi büyük kayıplarının olduğunu belirtti. 

Mütalaanın, adaletin yerini bulması açısından önemli olduğunu belirten Songül Köse çalışmalarını tüzüğe uygun ve yasal çerçeve içinde yürüttüklerini, yargılanmalarına sebep olan Avrupa Birliği fonuyla yürüttükleri projedeki paranın kimi ailelere yardım amaçlı verildiğinin söylendiğini ancak fon veren kurumun yaptığı ve sonrasında başka kurumlarca da yapılan diğer denetlemelerin de bunu yalanladığını, günlük yaşamı idame ettirmek için yapılan ve 50 TL, 250 TL gibi tutarlardaki harcamaların ailelere yardım gibi gösterildiğini, telefon görüşmelerinin de varsayımlara dayanılarak delil gibi gösterilmeye çalışıldığını, bunların tamamının asılsız olduğunun ortaya çıktığını söyledi.

Halil Karahan ise hiçbir somut delil olmadığını, yetkinin kötüye kullanıldığını, sabahın beşinde kapılarının kırılarak hakaretlerle gözaltına alındıklarını ve 7 ay tutuklu kaldıklarını, bunların ise kendilerinin insan hakları çalışmalarından rahatsız olanların talimatıyla gerçekleştirildiğini düşündüğünü, gündelik hayattaki ilişkilerinin çarpıtılarak iddianameye koyulduğunu belirtti ve karşı delilleri dahi kendilerinin toplamalarının gerektiğini ekledi.

Müdafii Savunmaları

Hazır bulunan tüm avukatlar müvekkillerinin beraatlerini ve yurt dışı yasaklarının kaldırılmalarını talep ederken avukatların mütalaaya gerekçe bakımından katılmadıklarını ancak talep bakımından katıldıklarını belirtmeleri de dikkat çekti.

Mütalaadaki tespitin, resmi görüşe aykırı düşüncesi olan herkesin belli bir örgütün görüşünü taşıdığı şeklinde yanlış bir yoruma yol açabileceği belirten Av. Barış Yavuz müvekkillerinin 223/2/e değil 223/2/b gereğince beraatini talep ettiklerini söyledi.

CMK madde 160/2 uyarınca leh ve aleyhe delillerin toplanması gerekirken yalnızca kolluk marifetiyle aleyhe delil toplanarak algı yaratıldığını belirten Av. Gulan Çağın Kaleli CMK’de en son çare olarak işaret edilen 135. madde tedbirlerinin dosyanın ortasına oturtularak tape kayıtlarının ve kişilerin para transferlerinin MASAK raporlarına konu edilmesi ve bütün yaşamlarının göz altına alınmasıyla zorlama deliller oluşturulduğunu söyledi. Kaleli ayrıca mütalaanın sempati üzerinden hazırlanmasını kabul etmediklerini; derneğin faaliyetlerini kriminalize edilmesinin ve insan hakları örgütlerinde çalışan kişilerin özel hayatlarının yargısal faaliyetlerle didik didik edilmesinin izah edilemez olduğunu; mahkeme tarafından araştırılmayıp dosyaya kazandırılmayan delillerin yok hükmünde olacağını ekledi.

Yargılananın insan hakları savunuculuğu eylemleri olduğunu belirten Av. Polat Yamaner 9 Aralık 1998 tarihli Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Savunucularının Korunması Bildirgesi’nin 5. ve 12. maddelerini işaret etti. Ayrıca bu davanın Avrupa Birliğinin düzenlediği 2023 Türkiye İlerleme Raporunda da yargı tacizi niteliği taşıyan bir dosya olduğunun tespit edildiğini vurgulayan Yamaner, örgütlenme hakkına müdahalenin yalnızca yasayla öngörülen, meşru, gerekli ve orantılı olarak yapılmasına imkan tanındığını, bildikleri kadarıyla yalnızca İstanbul’da dört derneğe yönelik kapatma davasının olduğunu, içinde oldukları ceza yargılamasının bir örüntünün parçasını oluşturduğunu, en son çare olarak görülebilecek tedbirlerin uygulandığı bu dosyanın derhal kapatılması gerektiğini söyledi. Öne sürülen delillerin tamamnın usule aykırı olarak ele geçirildiğini de ekledi.

Kolluk görevlileri ve savcılıkça usule aykırı olarak yapılanlara değinen Av. Emrah Baran, kolluk görevlilerince bir talimat olmaksızın tutanak tutulduğunu, bu tutanağa dayanarak iletişimin dinlenmesinni ve kayda alınmasının talep edildiğini, bu talep üzerine sulh ceza hakimliğinin herhangi bir gerekçe göstermeksizin kanun maddelerini tekrar ederek dinleme kararı verdiğini, ilgili tedbiri düzenleyen CMK madde 135’te belirtilen somut delillere dayanan kuvvetli şüphe durumunun mevcut olmadığını, tutanakta yer alan istihbari bilginin dışında bir bilgi olmadığını, bunun da basit şüpheden öteye geçmeyeceğini, bunlara rağmen dört kez uzatma kararı verildiğini, hatta bazı şüpheliler hakkında ilk iki ayda delil elde edilememesine rağmen bu uzatma kararının verildiğini, bütün bunların hukuka aykırı olduğunu belirtti. Bir tedbire başvuruluyorsa bu tebdirin uygulandığı süreçte şüphenin artması gerektiğini, aksi takdirde tedbirin sonlandırılması gerektiğini ekleyen Baran beraat kararı verilse dahi söz konusu delillerin reddedilmesi ve bunun da gerekçeli kararda tespitinin yapılması gerektiğini söyledi. Ayrıca banka hesap hareketleriyle ilgili iddialara da değinen Baran, Anayasanın 143. maddesi göz önüne alınmadan, AYM’nin daha önce koyduğu ölçütler gözetilmeden, savcılık talimatı olmadan ve ölçüsüzce yapılan bu incelemenin hukuka aykırı ve bir saptırma olduğunu belirtti. Son olarak müvekkilinin katıldığı eylemlere de değinen Baran söz konusu eylemlerin temel hak ve özgürlüklerin kapsamında kaldığını, barışçıl gösteri hakkının kullanıldığını, örgüt çağrısıyla yapılmış bir örgüt eylemi olmadığını, örgüt propagandasına dönüşmediğini, dönüşmüş kabul edilse dahi müvekkilinin bu dönüşüme katkısının olmadığını, içtihat gereğince bunun örgüt üyeliğine delil olarak gösterilemeyeceğini söyledi.

Bir kitaptan başlanarak CMK madde 135 tedbirlerinin uygulandığı bir dosyaya gelindiğini hatırlatan Av. Serhat Çakmak dosya içerisinde usulsüzlükler olduğunun, bunları baştan itibaren dile getirdiklerinin, bu tedbirlerin koşullarının oluşmadığının altını çizdi. İddianamade öne sürülenlerin varsayımdan öteye geçmeyecek değerlendirmeler olduğunu belirten Çakmak, para hareketlerinin derneğin çalışmalarıyla bir ilgisinin olmadığını, ekonomik veya sosyal diğer ilişkilerden kaynaklandığını öne sürdü ve sözlerini derneğin çalışma alanını ve bu alanın önemini anlatarak sonlandırdı.

Bu savunmadan sonra ilk oturuma saat 12.14’te ara verildi. İkinci oturuma ise 13.39’da aynı salonda başlanarak yargılamaya kalındığı yerden devam edildi. Salonda dört askeron iki jandarma ve beş gözlemci de yerlerini aldı. İkinci oturum sırasında müdafiilerin savunmaları dinlenirken heyete çay servisinin yapılması da dikkat çekti.

İkinci oturumda savunma için ilk sözü alan Av. Burcu Gül savunmasına müvekkilinin yaklaşık on yıldır faaliyet gösterdiği şirketin paravan şirket olduğu ve örgütün kültür faaliyetlerinde etkin rol oynadığı iddialarına değinerek başladı. Bilginin kaynağının belirsizliğine vurgu yapan Gül bu bilginin hukuki delil niteliğini haiz olmadığını belirtti. Bir belgeselin yönetmenliğini yapmaktan bahisle müvekkili hakkında öne sürülen iddialara da yanıt veren Gül müvekkilinin belgeselin yönetmeni olmadığının açık olduğunu, bir kurgucu olduğunu, kurgucunun eserin teknik kısmında yer aldığını ve eserin içeriğine dair bir sahipliğinin ya da ortaklığının olmadığını, işçi - işveren ilişkisi içerisinde hareket ettiğini, yönetmenin emir ve talimatları doğrultusunda çalıştığını, bu sebeplerle hukuki ve cezai bir sorumluluğunun olmadığını, yönetmeni olduğu varsayılsa dahi bunun örgüt üyeliğine dair bir gösterge olamayacağını, yapılan para transferlerinin tümünün valiliğin izniyle ve yapılan iş kapsamındaki ücretin ödenmesine ilişkin olduğunu, soruşturma aşamasından itibaren dosyaya giren aleyhte bir delil bulunmadığını, mevcut delillerin örgüte üyeliğe gösterge sayılamayacağı gibi örgüte karşı sempati beslendiğini dahi gösteremeyeceğini belirtti.

Silahlı terör örgütü üyeliğinden ne anlaşılacağı kanunda açıkça belirtilmediği için bu boşluğun doktrin ve Yargıtay içtihatlarıyla doldurulduğunu belirten Av. Cem Özcan Yargıtay’ın bu hususta öngördüğü koşullar olan devamlılık, kendini adama, her an emir ve talimat almaya hazır bir halde bulunma ve bu bulunmanın devamlılığı koşullarını hatırlattı. Akabinde ise müvekkilinin yaptığı para transferlerinin az sayıda ve düşük meblağlardan ibaret olduğunu ve az önce saydığı koşullardan hiçbirini sağlamadığından bahisle suçun unsurlarının oluşmadığını öne sürdü.

Soruşturmanın başından itibaren delillerin hukuka aykırı biçimde elde edildiğini, suç yaratma çabasına girildiğini, dernek faaliyetlerinin suçmuşcasına kriminalize edilip yargılamaya dönüştürüldüğünü vurgulayan Av. Ezgi Şahin Yalvarıcı, insan hakları savunucularının yargılandığı bu dosyada bir savunman olarak olmayan bir şeyi savunmak zorunda bırakıldığı için zor bir görevi ifa ettiğini ifade etti. Müvekkiline dair bir para transferi yahut tape kaydı bulunmadığını belirten Yalvarıcı, müvekkilinin yargılanmasının tek sebebinin derneğin yönetiminde bir dönem görev almış olması olduğunu, yargılama döneminde şahsi tek bir soru dahi sorulmadığını, hiçbir isnadın somutlaştırılmadığını ve bunun bir sindirme operasyonu olduğunu söyledi. Müvekkilinin aynı zamanda meslektaşı olduğunu hatırlatan Yalvarıcı, müvekkilinin evinin özel timlerce basılarak arandığını, hiçbir şey elde edilemediğini, insan hakları savunucuları olarak bu yargılama pratiklerine daha önce de şahit olduklarını ifade etti. Her bireyin insan haklarını savuınma hakkının olduğunun altını çizen Yalvarıcı avukatlar için ise bunun bir hak değil gerek Avukatlık Kanunu gerek Birleşmiş Milletler sözleşmeleri uyarınca bir görev olduğunu belirtti. Avukatların sivil toplum örgütlerinde de çalıştığını, müvekkilininnde mesleğiyle birlikte görevini yerine getirdiğini, hakkında aleyhe tek bir hüküm dahi öne sürülemediğini ekledi. Yalvarıcı ayrıca insan hakları savunucularının yargıya karşı da korunması gerektiğini, bu sebeple burada esasen iddianamenin iadesi kurumunun işletilmiş olması gerektiğini de söyledi. Müvekkilinin seyahat hakkının meşru ve ölçülü olmayan bir şekilde kısıtlandığını belirten Yalvarıcı, müvekkilinin e-imza soketine dahi el koyulduğunu, koruma tedbirlerinin ve özel usullerin işletilmediği her bir sürecin bir hak ihlali olduğunu belirterek savunmasını sonlandırdı.

Değerlendirmelerin soyut ve dayanaktan yoksun olduğunu belirten Av. Vedat Çağırtekin ise müvekkilinin yargılanmasına gerekçe olarak gösterilen sadece bir şirket olduğunu, bu şirketin paravan bir şirket olduğu iddia edilse de buna dair bir delilin mevcut olmadığını, aksini gösteren birçok delilin mevcut olduğunu ve dosyaya sunulduğunu, soruşturma ve kovuşturma boyunca lehe delillerin toplanmayarak yalnızca aleyhe delillerin toplandığını ve bunun da görevi kötüye kullanmak olduğunu düşündüklerini söyledi.

Müvekkilinin dernek yöneticiliği yapmış olmasının örgütlenme hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirten Av. Berivan Bekçi, müvekkilinin 73 yaşında olduğunu, şeker hastası olduğunu, sekiz gün boyunca hastalığını tetikleyen koşullarda tutulduğunu ifade etti. Bekçi ayrıca müvekkilinin ayrıca yaşam koşullarının dahi örgüt üyeliğini sağlayacak düzeyde olmadığını ve suçun unsurlarının da oluşmadığını ekledi.

Bunun bir savcılık soruşturması değil adli kolluk şapkası takan bir yürütme organının soruşturması olduğunu, savcılığın bir tür imza ve onay makamı olarak kullanıldığını belirterek savunmasına başlayan Av. Ömer Çakırgöz, idari kolluğun yeri geldiğinde adli kolluk şapkası takmasının siyasi temelli dava yürütülmesinin yolunu açtığını öne sürdü. Müvekkillerinin iki yılı aşkın süre boyunca gerçekleştirdikleri konuşmalarında suç unsuru oluşturan hiçbir şey olmamasına rağmen iletişimin dinlenmesi tedbirinin iki yıl boyunca neden uygulandığını soran Çakırgöz, Avrupa Birliğinin üzerinde baskı uygulanarak fon elde edildiği yönündeki iddiaları da bir örgütün devletten daha güçlü kanallarla güç elde ettiğinin iddia edilmesi olarak adlandırdı ve böyle bir dilin iddia makamınca kullanılamayacağını, bu dille Avrupa Birliğinin organlarının da terörize edildiğini belirtti. Süreklilik, hiyerarşik ilişki, çeşitlilik unsurlarına dair ortaya hiçibr şey koyulmadığını söyleyen Çakırgöz, bu durumun idari kolluğun cumhuriyet savcıları eliyle mahkemeleri zapt u rapt altına almaya ve demokratik alanda mücadele veren kişileri caydırmaya dönük yargısal taciz yaratmaya dönük olduğunu, müvekkillerinin yaptığı tüm faaliyerlerin hak ve özgürlük kapsamında ele alınması gerektiğini ifade etti. İddianın aksine soruşturmanın finansman üzerinden yapılmadığını hatırlatan Çakırgöz, soruşturmanın örgüt üyeliği üzerinden yapılması halinde MASAK’tan inceleme istenemeyeceğini belirtti. Savcının bankalara yazı yazıp MASAK raporuna göre delil toplaması gerektiğini, bu yapılsaydı müvekkilinin örgüt üyesi değil SGK ile çalışan bir kimse olduğunun görüleceğini, 2020’de yapılan para transferiyle 2015’te yapılan bir ödemenin finanse edildiğinin iddia edilmesinin bir akıl tutulması olduğunu, köy korucusuna aktarılan paranın örgüte bağlılığı sürdürmek için bir finansal destek olduğunun iddia edilemeyeceğini ve iddianamenin en baştan reddedilmesi gerektiğini söyledi. Daha önce de yayınlarla ilgili verilmiş bir takipsizlik kararı olduğunu hatırlatan Çakırgöz bunun da görmezden gelindiğini belirtti. Daha önce düzenlenmiş olan çalıştayların örgüt faaliyeti olduğunun iddia edilmesine de değinen Çakırgöz çalıştayların kamuya açık olduğunu, böyle bir iddia varsa bu çalıştaylarda nelerin konuşulduğunun da ortaya koyulmuş olmasının gerektiğini ifade etti. Pasaport kayıtları incelenseydi iddia edildiğinin aksine müvekkilinin yurt dışına çıkmadığının da tespit edilmiş olacağını ekleyen Çakırgöz, analoji yoluyla bağ kurulmaya çalışıldığını ve siyasi saiklerle iddianame hazırlandığını da ekleyerek savunmasını sonlandırdı.

Bu dosyanın bütünüyle saptırmaya yönelik olduğunu belirterek savunmasına başlayan Av. Ahmet Baran Çelik, dosyaya yansıyan yirmi dokuz para transferinin tamamının proje kapsamındaki fatura düzenlenmiş eğitim giderleri, maaş ödemeleri, konaklama giderleri, hukuk hizmetlere karşılık yapılan ödemeler ve matbaa giderleri olduğunu, buna rağmen suç unsuru gibi gösterildiğini öne sürdü. Daha önce başka bir dosyada müdafii olduğu için kendisinin dahi kriminalize edilmeye çalışıldığını söyleyen Çelik, içerisinde abluka kelimesinin ve 1990’larda köy yakılmasına ilişkin bir cümlenin geçmesinden bahisle hak arama kılavuzunun da iddianameye konu edildiğini, iddialara uygun bir dernek tasvir edilmek istendiği için saptırma yapılarak derneğin çalışmalarının yalnızca kürt çalışmalarına indirgendiğini, derneğin tüzüğünün dahi iddianameye yanlış geçirildiğini ifade etti. Derneğin çalışmalarını taraf tutmaksızın ve ayrım gözetmeksizin yaptığını, 2018’den bu yana da  derneğin neredeyse tüm çalışmalarının ülkeler arası göç üzerine olduğunu belirten Çelik bunların hiçbirisinin iddianamede yer almadığını söyledi. CMK uyarınca savcılık tarafından talimat verilmesi ve soruşturmanın yürütülmesi gerekirken kolluğun kendi inisiyatifiyle sanal devriye yoluyla ekran görüntüleri alıp dosya haline getirdiğini, haliyle soruşturmayı yapanın iddia makamı olmadığını, delil toplama aşamasına kolluğun kendisin geçtiğini, bunun da delilleri hukuka aykırı hale getirdiğini ve reddedilmesinin gerektiğini öne sürdü.

Savcılığın yazılı talimatı olmadan emniyetin bir soruşturma yürüttüğünü, emniyet fezlekesinin hiçbir hukuki süzgeçten geçirilmeden iddianameye geçirildiğini ifade eden Av. Kader Tunç, denetime tabi tutulmamış delillerin doğrudan iddianameye koyulmasının özel hayatın gizliliğinin ihlali anlamına geldiğinin Anayasa Mahkemesi kararlarıyla sabit olduğunu da söyledi. Tunç, huzurda tartışılmamış, usulüne uygun olarak ortaya koyulmamış deliller olduğu için değerlendirmeye de alınmaması gerektiğini belirttikten sonra müvekkilinin konuşmalarının tamamen arkadaşlarıyla arasındaki sohbetler olduğunu, içerisinde suç unsurunun bulunmadığını, MASAK raporunun hukuka aykırı olduğunu, aksi düşünülse dahi raporun içerisinde de bir suç unsurunun tespit edilemediğini, müvekkilinin ismini değiştirmek için açtığı davaya rağmen önceki isminin iddianameye kod adı gibi koyulduğunu da ekleyerek savunmasını sonlandırdı.

Saat 14.50’de müdafiilerin savunmaları tamamlandıktan sonra huzurda olmayan sanıkların halihazırda duruşmalardan vareste tutuldukları hatırlatılarak duruşmaya 9 Şubat Cuma günü devam edilmek üzere ara verildi. Duruşmanın sakin ve tartışmasız geçtiği görüldü. Duruşmanın beş gün boyunca sürmesinin planlanmasına rağmen müdafiilerin savunmalarının beklenenden kısa sürmesi sebebiyle cuma gününe dek duruşmaya ara verilmesine, cuma günü de duruşmanın herhangi bir hak kaybına sebebiyet vermemek amacıyla aynı yer ve saatte gerçekleştirilmesine avukatların duruşmanın aynı gün bitirilmesi veya İstanbul Adliyesinde görülmeye devam edilmesi talepleri reddedilerek karar verildi.

2. Gün | 9 Şubat 2024 Cuma

İkinci gününde duruşma saat 10.00’da başlaması planlanmasına rağmen 11.21’de aynı salonda başladı. 

Sanıklardan dokuz tanesi salonda hazır bulunurken sanık müdafileri Av. Abdulkadir Karahan, Av. Abdullah Çakmak, Av. Ahmet Baran Çelik, Av. Ayşe Özdemir, Av. Berivan Bekçi, Av. Burcu Gül, Av. Cem Özcan, Av. Çağla Leyla Kaya, Av. Elif Taşdöğen, Av. Emrah Baran, Av. Esra Kılıç, Av. Ezgi Şahin Yalvarıcı, Av. Kader Tunç, Av. Semih Tunç, Av. Serhat Çakmak, Av. Siyabend Dunlayıcı, Av. Vedat Çağırtekin ve Av. Vedat Ece de duruşmada hazır bulundu.

Huzurda bulunmayan sanıklar adına son sözleri müdafiilerine sorulurken huzurda bulunan dokuz sanığa da son sözleri soruldu. Müzakere için duruşmaya ara verilerek sanıklar ve müdafiiler salondan çıkarıldı. Müzakere sona erdikten sonra kararın açıklanması için sanıklar ve  müdafiiler yeniden salona alındı.

Karar

Sanıklar Zelal Coşkun, Bilal Yıldız, Erhan Örs, İlyas Erdem, İrfan Hülakü, İskan Teker, Kamile Kandal, Kıyasettin Cüheylan, Makbule Altıntaş, Mehmet Baran, Mehmet Boğakan, Pınar Konak, Şeref Kaya, Veysi Yıldız, Songül Köse, Halit Karahan, Ali Koçyiğit, Cihan Kartal, Demgül Athan, Nurhayat Koçyiğit, Rmazan Kırkpınar, Süleyman Yıldız ve Birhat Avcı’ya isnat olunan silahlı terör örgütü üyeliği suçlamasına ilişkin olarak yapılan değerlendirmede her ne kadar sanıklar hakkında silahlı örgüt üyeliği suçunu işlediklerinden bahisle TCK’nin 314/2 ve 3713 sayılı TMK’nin 5/1 maddeleri gereğince cezalandırılmaları talebi ile kamu davası açılmış olsa da sanıkların cezalandırılmalarına yeter kesin, inandırıcı ve şüpheden uzak delil elde edilemediğinden ve bu itibarla yüklenen bu suçun sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmaması nedeniyle 5271 sayılı CMK’nin 223/2-e maddesi gereğince sanıkların bu suçtan ayrı ayrı beraatine, sanıkların üzerlerinde bulunan adli kontrol tedbirlerinin ayrı ayrı kaldırılmasına; 

Sanık Berkant Yılmaz’a isnat edilen silahlı terör örgütü üyeliği suçlamasına ilişkin olarak yapılan değerlendirmede her ne kadar sanık hakkında silahlı örgüt üyeliği suçunu işlediğinden bahisle TCK’nin 314/2 ve 3713 sayılı TMK’nin 5/1 maddeleri gereğince cezalandırılması talebi ile kamu davası açılmış olsa da sanığın cezalandırılmalarına yeter kesin, inandırıcı ve şüpheden uzak delil elde edilemediğinden ve bu itibarla yüklenen bu suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması nedeniyle 5271 sayılı CMK’nin 223/2-e maddesi gereğince sanıkların bu suçtan beraatine, sanığın üzerinde bulunan adli kontrol tedbirinin kaldırılmasına, sanığa isnat edilen terör örgütü propagandası yapmak suçlamasına ilişkin olarak yapılan değerlendirmede sanığın üzerine atılı terör örgütü propagandası yapmak suçunu işlediği anlaşıldığından eylemine uyan 3713 sayılı TMK’nin 7/2. maddesinin 1. cümlesi uyarınca suçun işleniş biçimi dikkate alınarak takdiren 1 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, sanığa verilen cezadan sanığın suçu basın ve yayın yoluyla işlediği anlaşıldığından 3713 sayılı TMK’nin 7/2. maddesinin 2. cümlesi uyarınca takdiren ½ oranında artırım yapılarak sanığın 1 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, sanığın eylemini aynı suç işleme kararının icrası kapsamında değişik zamanlarda birden çok defa gerçekleştirdiği anlaşıldığından TCK’nin 43/1. maddesi gereğince cezası takdiren ¼ oranında artırılarak 1 yıl 10 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, sanığa verilen cezadan cezanın sanığın geleceği üzerindeki olası etkileri lehine takdiri indirim nedeni kabul edilerek TCK’nin 62/1. maddesi uyarınca takdiren ⅙ oranında indirim yapılarak sanığın 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, nedenleri görülmediğinden sanığın cezası üzerinden başkaca kanuni veya takdiri artırım ve indirim yapılmasına yer olmadığına, sanığın kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkumiyetinin kanuni sonucu olarak 5237 sayılı TCK’nin 53. maddesinin Anayasa Mahkemesinin 2014/140 Esas 2015/85 Karar sayılı iptal kararı da gözetilmek suretiyle uygulanmasına, 5237 sayılı TCK’nin 63/1. maddesi uyarınca sanığın gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği sürelerin cezasından mahsubuna, CMK’nin 231. maddesinde belirtilen koşullar oluştuğundan aynı maddenin 5. fıkrası uyarınca sanık hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, CMK’nin 231. maddesinin 8. fıkrası uyarınca sanık hakkında 5 yıl denetim süresi belirlenmesine, sanığın kişiliği ve sosyal durumu göz önünde bulundurularak denetim süresinin herhangi bir yükümlülük belirlemeden geçirilmesine, sanığın üzerinde bulunan adli kontrol tedbirinin kaldırılmasına

Sanıklardan ele geçen dijital materyallerin imajları alınıp işi bitenlerinin sanıklar veya müdafiilerine iadesine karar verildi.