6 Şubat depremlerinin yıldönümünde bir araya geldikten sonra gözaltına alınan ve polis şiddetine maruz kalan 11 trans aktivistin yargılandığı dava Anadolu Adliyesi’nde görüldü.
İstanbul’da 10 Şubat 2024’te Kadıköy Süreyya Operası önünde, 6 Şubat depreminin yıldönümünde anma yapmak isteyen trans aktivistlerin basın açıklaması polis müdahalesiyle engellendi.
Açıklamaya katılan 11 LGBTİ+ aktivisti gözaltına alındı ve haklarında 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefetten dava açıldı.
Gözaltına alınan aktivistlerin yargılandığı davada, İstanbul Anadolu Adliyesi 54. Asliye Ceza Mahkemesi’nde bugün görülen ilk duruşmada tüm sanıklar beraat etti.
Aktivistlerin ifadelerinde, polislerin alandan çıkış için bir yer göstermediği ve ters kelepçeyle gözaltı uyguladıkları belirtildi.
“Gözaltılar hukuksuz”
Aktivistler, gözaltı esnasında darp edildiklerini ve trans bayrağının “sözde” bayrak olarak nitelendirilmesinin kimliklerine yönelik bir aşağılama olduğunu vurguladı.
Savunmaları esnasında, Hataylı bir depremzede olan Ömer, 6 Şubat’ta yaşananlara dikkat çekmek için alanda bulunduğunu, Sumru ise depremin ardından en fazla mağduriyeti yaşayan grubun translar olduğunu söyledi. Aktivistlerden Çağıl, polislerin kendilerini ters kelepçe ile gözaltına aldığını ve araç içinde fiziksel şiddete maruz kaldığını belirtti. Sanık avukatları ise yasaların koruduğu protesto hakkının ihlal edildiğini, gözaltıların hukuksuz olduğunu savundu.
İlke TV’den Zilan Azad’ın haberine göre, mahkemede tanık olarak dinlenen polisler, sanıklara yönelik şiddet iddialarını reddetti; ancak bazı tutanaklarda çelişkili ifadeler verdi.
İnkâr politikaları
Davayla ilgili bianet’e konuşan trans aktivistler Yusuf ve Jiyan, kendilerine yöneltilen suçlamalar ve davanın süreci hakkında şöyle demişti:
“Gözaltı aracında bize ‘Ölürüm Türkiyem’ gibi milliyetçi şarkılar dinlettirilmesi, devletin LGBTİ+’lara yönelik baskıyı derinleştirmek için işkenceye psikolojik öğeleri de dahil ettiğini gösteriyor. Bir tür psikolojik işkence olarak gözaltında bu tür marşları açmaları, sadece fiziksel şiddetle değil, aynı zamanda kimliğimize ve varoluşumuza yönelik bir aşağılama ve inkârla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Bu tür pratikler, sadece LGBTİ+’lara değil, farklı kimliklere sahip topluluklara da sistematik olarak uygulanan bir politika haline gelmiş durumda. Bu marşlarla Kürtlere ve/veya sosyalistlere yapılan işkenceler de zaten dün gibi hafızamızda.
“Devletin ve bazı kesimlerin trans bayrağını ‘sözde trans bayrağı’ olarak tanımlaması keza, LGBTİ+’lara yönelik inkâr politikalarının bir yansıması. Devletin ‘toplum yapısına uymayan’ her yurttaşı hedef aldığı bu ortamda, hepimizin dayanışma içinde olması gerekiyor. Tam da bu yüzden herkesin, her topluluğun özgürlüğü ve eşitliği için alanlarımızda dayanışmamızı büyüterek, mücadelemize devam edeceğiz.”