Görsel

GAZETE DUVAR 2018 yılındaki 700'üncü hafta buluşmasında gözaltına alınan ve haklarında dava açılan Cumartesi Anneleri/İnsanları'ndan 46 kişinin 4'üncü duruşması bugün görüldü. Dava 21 Eylül'e ertelendi.

1995 yılından beri her cumartesi günü Galatasaray Meydanı’nda oturma eylemi ve basın açıklaması yaparak gözaltında kaybedilen yakınlarını soran ve faillerinin yargılanmasını talep eden Cumartesi Anneleri/İnsanları'nın 25 Ağustos 2018'deki 700'üncü hafta buluşmasına polis saldırısında gözaltına alınan 46 kişiye “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet ettikleri” iddiasıyla açılan davanın 4'üncü duruşması bugün İstanbul 21. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görüldü.

Mahkeme, emniyetin sanıklarla ilgili gönderdiği evrakın incelendikten sonra dosyadan çıkarılıp çıkarılmayacağına karar verecek. 21 Eylül saat 13:30'da yapılacak bir sonraki duruşmada savunması alınmayan kişiler ifade verecek.

Tutuklu bulunmayan davada 25 Mart, 12 Temmuz ve 24 Kasım 2021 tarihlerinde düzenlenen üç duruşmada sanıkların beraat talepleri reddedilmişti.

24 Kasım'da görülen son duruşmada mahkeme hakimi, avukatların duruşmayı erteleme taleplerini, Cumartesi Anneleri'ne şiddet uygulayan kolluk güçleri hakkında suç duyurusunda bulunma taleplerini, derhal beraat kararı verilmesi talebini, İstanbul Barosu'nun katılma talebini ve hakimin duruşmayı neden geç başlattığı yönünde açıklama yapılması talebini reddetmişti.

'ANAYASA HÂLÂ YÜRÜRLÜKTE Mİ?'

Duruşma öncesi basın açıklaması yapıldı. Açıklamaya çok sayıda STK ve siyasi parti temsilcileri katıldı. Açıklamayı gözaltında kaybedilen Fehmi Tosun’un kızı Besna Tosun yaptı.

Sözlerine “Anayasa hala yürürlükte mi?” diye sorarak başlayan Tosun, şunları söyledi: “Anayasanın 34. Maddesi “Herkes, önceden izin almadan, barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” diyor. Biz bu hakkımızı kullandığımız için bugün Çağlayan Adliyesi’ndeyiz. Çünkü var olan Anayasa vatandaş olarak bizi korumuyor, başta yargı olmak üzere devletin temel organlarını da bağlamıyor. Yani Anayasa, anayasa olma vasfını kaybetti, sıradan bir metin haline getirildi. Türkiye anayasasız bırakıldı. Anayasal haklar, iktidarın izin verdiği kadar kullanılabilir hale geldi. Bu durumda soruyoruz: Anayasa hala yürürlükte mi? Bugünki 4. celse vesilesiyle bir kez daha hatırlatıyoruz: Cumartesi Anneleri/ İnsanları’nın yargılandığı bu dava, iktidarın kendi yarattığı siyasi krizi aşmak için yargıyı toplumu susturma, sindirme aracı olarak kullanmasının sonucu ortaya çıkan bir davadır. Bu dava, toplumun her kesiminden insanın haklı bir mücadele olarak gördüğü Cumartesi Anneleri/İnsanları üzerinden itiraz etmenin, hak talep etmenin, toplanma ve gösteri özgürlüğünü kullanmanın bir suç haline getirildiği, bizzat Anayasayı hiçe sayan bir davadır.”

Haklı olmanın verdiği güçle yargı yoluyla gözdağı vermek isteyenlere seslendiklerini belirten Tosun, şöyle devam etti: “Bizi korkutamazsınız, gözaltında kaybedilen sevdiklerimizi aramaktan asla vazgeçmeyeceğiz. İnkara karşı gerçeği bıkmadan, usanmadan söylemeyi sürdüreceğiz. Başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere siyasal şiddetin bin bir halinin yaşandığı bu topraklarda hakikatinin taşıyıcısı olmaya devam edeceğiz. Temel hak ve özgürlüklerimizi iktidarı elinde bulunduranların istismar etmesine izin vermeyeceğiz. Anayasadan, yasalardan, evrensel hukuktan bahsetmenin hiçbir karşılığının olmadığı koşullara rağmen yılgınlığa kapılmadan, Anayasayı ve hak ve özgürlüklerimizi savunmaya devam edeceğiz. Toplumu hak ve özgürlüklerini kullanma ve korumaları için cesaretlendirmeye devam edeceğiz.”

İHD Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, Galatasaray Meydanı’ndan vazgeçmeyeceklerini, hafıza bilinciyle orada oturacaklarını söyledi: “Yıllarca hafıza mekanı olan meydanı yasaklıyorlar. Asıl davacı olan biziz, failler nerede? Niye cezalandırmıyorsunuz? Sanık kürsüsüne bizi oturtanlar utanmalı. Biz, verilen adalet arayışımız sonuç alana mücadeleye devam edeceğiz.”

Uluslararası Af Örgütü Türkiye Kampanyalar Sorumlusu Milena Buyum, “Cumartesi Anneleri’nin yargılanmasının haksızlıktır. Barışçıl toplanma özgürlüğü sadece anayasal hak değildir. Yalanın ve şiddetinde yargılanması gerekiyor. Uluslararası af örgütünün bu davayı takip etmekten başka çaresi yok. Bu davanın derhal sona ermesi herkesin beraat etmesi gerekiyor. Çünkü dayanağı olmayan bir dava. Dışarıya barışçıl toplanmanın ne kadar yasak olduğunu belli etmek için açılan bir dava” dedi.

'ADALET OLSAYDI GALATASARAY'DAN ÇAĞLAYAN'A GELMEZDİM'

Açıklamanın ardından 26 yıl önce karakola teslim ettiği oğlu Murat Yıldız’ı kaybeden anne Hanife Yıldız konuştu. Yıldız, “Ben 1995 yılında adaletle tanıştım; İzmir'de. Adalet var diye güvendim oğlumu karakola götürdüm. Şubat 27'de davacı olmak için Kocaeli Adliye'ne gittim. Bana ayın 23'üncü polisler ifade vermek için gelecekler, sen de gelirsin dediler. O acı günün en acısıyla buradayım. Çünkü o bir ay boyunca geçen gündüzüm yoktu. Çocuğum da yoktu. Ayın 23'ünde 'çocuğum nerede? Bana bunu mu yapacaksınız?' diye soracaktım. Ne yazık ki polisler gelmemişti. Polislerin yazılı ifadelerini yüzüme okudular. O gün anladım ki buradan bir şey çıkmaz. Şurada koskoca 'adalet' diye yazı yazıyor. Acaba içeride adalet olacak mı? Çünkü adalet olsaydı İzmir'den Kocaeli'ne, Kocaeli'nden Galatasaray Lisesi önüne, Galatasaray Lisesi'nden Çağlayan Adliyesi'ne gelmezdim. İşte adaletin bizi getirdiği yer ve bizi suçladığı yer" dedi.

‘MUKAVEMET DEĞİL, POLİS SALDIRISI SÖZ KONUSU’

Sanık yoklaması tamamlanması sonrasında başka davadan tutuklu yargılanan Volkan Uyar şöyle savunma yaptı: “Kayıp yakınlarıyla dayanışmak için oradaydım. Polis şiddetiyle karşı karşıya kaldık. İnsanları yerlerde sürüklediler. Benim de kaburgam çatladı. Bizleri terörize etmeye çalışıyorlar. İddiaların hepsi asılsızdır ve polise mukavemet değil polisin saldırısı söz konusudur.”

Hâkim, polisin yaralandığı iddiasını hatırlattı ve Volkan Uyar'a 700'üncü hafta buluşmasında otururken çekilen bir fotoğrafını gösterdi. Savunmasını bitirdikten sonra duruşma salonundan çıkarılan Uyar, tutuklu bulunduğu cezaevine götürüldü.

'AĞABEYİM İÇİN, TÜM KAYIPLAR İÇİN ADALET İSTEDİM'

Ardından gözaltına kaybedilen Rıdvan Karakoç’un kardeşi Hasan Karakoç savunma yaptı:

"Yargılanmama neden olan Cumartesi Anneleri’nin Galatasaray’daki kayıplar mücadelesinin 700’üncü buluşmasına katılmamdır. O halde savunmama neden Galatasaray’da olduğumu anlatarak başlayayım: 1994 yılının 7. ayında gece 1:00 sıralarında evimize sivil ve resmi polisler tarafından baskın yapıldı. Ağabeyimi almaya gelmişlerdi. O gece evimde bana şiddet uyguladılar, birçok küfür ve hakaret ettiler. Tabanca kabzasıyla ağzıma vurdular. Ağzım ve elbiselerim kan içinde kaldı. “Rıdvan’ı bize getirin, eğer getirmezseniz gördüğümüz yerde öldürürüz” diye tehdit ettiler. Ve o gece beni gözaltına aldılar.

14 gün Gayrettepe’de işkence ettiler. O geceden sonra ağabeyim hakkında gıyabi tutuklama kararı çıkardılar. Ağabeyim eve gelemez olmuştu. İstanbul Gaziosmanpaşa’daki evimiz polis gözetiminde tutuluyordu. Zaman zaman da evimize ve işyerlerimize baskınlar düzenliyor, “Rıdvan’ı bize getirin” diye tehdit ediyorlardı. Ağabeyim eve gelemiyor ancak avukatı ile düzenli haberleşiyordu. 15 Şubat 1995 tarihinden sona ağabeyimle bağlantı kesildi. Ardından evdeki polis ablukası kalktı, evimize yapılan polis baskınları da son buldu. Ağabeyimi bulmak için ilgili tüm mercilere başvuru yaptık, ama sonuç alamadık. Ağabeyim için devletin tüm kurumları “Bizde yok” cevabını verdi. 110 gün süren ısrarlı bir arayışta sonra tamamen tesadüf sonucunda ağır işkence ile öldürülmüş cansız bedenine Altınşehir Kimsesizler Mezarlığı’nda ulaştık. Biz her yerde ağabeyimi ararken onun cansız bedeni savcılık dahil tüm resmi kurumlardan geçmiş, günlerce Adli Tıp'ta bekletilmiş ve onu arayan bizlere haber verilmeden “kimliği meçhul kişi” olarak Altınşehir Mezarlığı’na defnedilmişti. Biz her yerde ağabeyimi ararken onun cansız bedeni savcılık dahil tüm resmi kurumlardan geçmiş, günlerce Adli Tıp'ta bekletilmiş ve onu arayan bizlere haber verilmeden “kimliği meçhul kişi” olarak Altınşehir Mezarlığı’na defnedilmişti.

Suçun failleri mahkemeler önüne çıkarılmadı. Soruşturma hiçbir işlem yürütülmeden sürüncemede bırakıldı. Dosyamız 27 yıldır Beykoz Adliyesi’nin tozlu raflarında bekliyor. Oğluna bunları yapanların yargılanıp cezalandırıldığını göremedi. Çünkü devlet benim annemi görmedi, duymadı, onu vatandaş saymadı. O da Galatasaray Meydanı’na oğlunun fotoğrafı ile çıktı. Kamuoyunun ve devleti yönetenlerin kendisini ve oğlunu görmesini, duymasını istedi. Yani biz kayıp yakınları devletin tüm kapıları bize kapatıldığı için Galatasaray’a çıkmak zorunda kaldık. Annem son nefesini ağabeyimin adıyla verdi. Ağabeyim için adalet talebi annemden bana mirastır. Bu mirasa sahip çıkmak benim hem evlat hem insan olarak görevimdir. Ben ve ailem ne istiyoruz? Etkin bir soruşturma yapılsın, ağabeyimin başına gelenler tam olarak açıklansın. Ağabeyimi işkence ile öldürüp kaybedenler yargılanarak hak ettikleri cezayı alsın istiyoruz. Bunu yapmak zaten devletin, savcıların ve mahkemelerin görevi değil mi? Biz Galatasaray’da oturmaya başlamadan önce her yıl yüzlerce insan gözaltında kaybediliyordu. İnsanlar resmi ve veya silahlı güçler tarafından ailelerinin gözü önünde gözaltına alınıp kaybediliyordu. Biz Galatasaray’da oturmaya başladığımızda kaybedilen insan sayısı hızla düştü ve sonunda gözaltında kaybetme suçu işlenemez oldu. Bu eylem sayesinde binlerce insan kaybedilemedi ve hayatta kaldılar. Binlerce insan bu eyleme hayatını borçlu. Bu durum bizim eylemimizin ne kadar haklı ve yerinde bir eylem olduğunun kanıtıdır.

Galatasaray’da 699 hafta oturduk. Kaybedenler ve onların zihniyetinde olanların dışında kimseyi rahatsız etmedik. Bizden kaynaklanan hiçbir sorun yaşanmadı. Şimdi ben ve arkadaşlarım 700’üncü haftaya katıldığımız için suçlanıyoruz. 699 hafta suç olmayan şey nasıl birdenbire suç sayıldı? Polis şiddeti ile gözaltına alındım. Darp edildim. Ters kelepçe ile 8 saatten fazla alıkonuldum. Bana bunları yapan polisler hakkında hiçbir işlem yapılmadı, ama ben yargılanıyorum. Soruyorum: Barışçıl toplanma hakkı Anayasa’nın korumasında değil mi? Ben vatandaş olarak Anayasal hakkımı kullanamaz mıyım? Ben bir suç işlemedim. Vatandaş olarak yargının da korumak zorunda olduğu barışçıl toplanma hakkımı kullandım. Ben 699 hafta boyunca 'Güvenlik güçlerinin gözaltına aldıktan sonra kaybettiği insanlar nerede' diye sordum. Ağabeyim için, tüm kayıplar için adalet istedim. Bağımsız ve tarafsız bir yargı istedim. Bunları istemek suç mu? Eğer değilse bu davada yargılananlar derhal beraat etmelidir. Yok, bunları istediğim için cezalandırılacaksam yine de kayıplarımız için adalet istemekten vazgeçmeyeceğim."

DERHAL TAHLİYE TALEBİ REDDEDİLDİ

Av. Öztürk Türkdoğan, birçok şehrin Terörle Mücadele Şube Müdürlüklerinin dosyaya re'sen sanıklarla ilgili araştırma raporu gönderdiğini söyledi. Türkdoğan, bu davada bir terör yargılaması yapılmadığını belirterek bunların dosyadan çıkarılmasını istedi. Av. Türkdoğan, bu yargılamanın sonunda beraat kararı verileceğini söyleyerek davanın her aşamasında derhal beraat kararı verilebileceğini hatırlattı.

Duruşma savcısı derhal beraat talebinin reddine karar verilmesini talep etti. Hâkim de aynı şekilde talebi reddetti.

SOYLU 'KANDIRMACANIN SON BULMASINI İSTEDİK' DEMİŞTİ

25 Ağustos 2018’de Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından yasaklanan ve polisin biber gazıyla müdahale ettiği 700’üncü buluşmanın ardından İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “İzin vermedik çünkü artık bu istismarın ve kandırmacanın son bulmasını istedik. Anneliğin terör örgütünce istismar edilmesine, teröre kılıf yapılmasına göz mü yumsaydık” ifadelerini kullanmıştı.