Görsel
izmir_barosu_lgbti+

KAOS GL

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın LGBTİ+’ları ve HIV’le yaşayanları hedef gösteren nefret hutbesini eleştiren İzmir Barosu başkan ve yönetim kuruluna dava açıldı.
 

Pandemi devam ederken, 2020 yılında Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın hedef gösteren hutbesinin ardından İzmir Barosu, ayrımcılık yasağını hatırlatarak nefret söylemini eleştirmişti.

Baronun o dönemki başkanı ve yönetim kurulu üyeleri hakkında iddianame hazırlandı. Baro başkanı Av. Özkan Yücel ve on yönetim kurulu üyesinin "dini değerleri alenen aşağılama" iddiasıyla cezalandırılmaları istendi.

Davanın ilk duruşması tam da hutbenin yıldönümünde, 24 Nisan’da saat 9.30’da İzmir 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek.

“Hesaplaşma” davası

Ayrımcılığı eleştirdiği için yargılanacak eski yönetim kurulu üyelerinden Av. Mehmet Baran Selanik, tüm süreci KaosGL.org’a değerlendirdi. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın “Ramazan hutbesinde bir alışkanlık haline gelmiş ajanda konuşmasında LGBTİ+ lara yönelik nefret söylemini bu kez bir üst perdeden yenilediğini” vurgulayarak, İzmir Barosu yönetimi olarak bu söylemleri kabul etmediklerini, esas olarak nefret söylemleri ile mücadele edilmesi gerektiğini hatırlatan bir metin yayınladıklarını hatırlattı.

Av. Selanik, İzmir Barosu’nun ardından Ankara Barosu ve İstanbul Barosu’nun da açıklama yaptığını hatırlatarak şöyle devam etti:

“Akabinde ahlaksız barolar ilan edildik yine bağlantısını anlayamadığımız şekilde terörist barolar ilan edildik ve bu gündemden yararlanarak o dönemin TBB Başkanı Metin Feyzioğlu’nun da bu söylemlere desteğini alan hükümet çoklu baro yasasını çıkarmak istediğini dile getirdi ve biz yollara dökülüp yürüyüşe geçtik. Biz aslında hep yürüyorduk. Bu kez diğer barolar da meslek onurumuza yönelik bu saldırıya karşı beraber tavır aldı. Evet çoklu baro yasası avukatlara yönelik fiili gözaltı, kötü muamele, görmezden gelme, jop ve biber gazına rağmen geçti ancak o dönemde kazandığımız çok fazla dayanışma ve temas var. Bu dava da oradan kalan bir “hesaplaşma”. Barolar daha istikrarlı ve hukuksuzluğa karşı daha tahammülsüz mücadelede daha inançlı hale geldi. Suç işleyen biz değiliz.”

“Eğer bir ifade verilecekse bunu herkesin önünde yapmak istedik”

Hakkında dava açılan İzmir Barosu yönetim kurulu üyeleri, konu hakkında Savcılığa ifade vermeyi de reddetti. Av. Selanik’e bu tavırlarını sorduğumuzda ise, Avukatlık Kanunu’nda Baroların insan haklarını savunma görevi olduğunu belirtti:

“Biz insan haklarını savunduk. Suç işlediğimizi düşünmüyoruz. Bu nedenle ifade vermedik. Eğer bir ifade verilecekse bunu herkesin önünde yapmak istedik. 24 Nisan’da tam da hutbenin yıldönümünde duruşmamız var. İzmir Barosu 2018-2021 Dönemi Yönetimi olarak orda olacağız. Söylediklerimizi tekrarlamaya devam edeceğiz. Bu yönetim aynı zamanda Türkiye’de bir baroda ilk kez LGBTİ+ Hakları Komisyonu kurulmasına şahitlik etmiş bir yönetimdir. İzmir Barosu LGBTİ+ Hakları Komisyonunun kurulmasında da benzer nedenlerle adım atmıştık. Barolar için geç kalınmış bir adım olsa da baroların insan haklarını “ama”sız savunması gerektiğini düşünüyorum.”

“Biz, bu sistemin hiçbir zaman parçası olmayacağız”

Av. Selanik, bu davanın açılmasının Hükümet açısından “tutarlı” olduğunu da sözlerine ekledi:

“İstanbul Sözleşmesi’nden LGBTİ+’ları bahane ederek Nahide Opuz davasıyla Türkiye’nin kazanımlarını geri düşüren, yine LGBTİ+’ları bahane ederek aile kavramını yeniden şekillendirmek için koştura koştura yasa tasarısı hazırlayan, bunun gerekçesini oluştururken nefret söylemi üretmeye devam eden hükümet heteronormatif bir çerçeveden oldukça tutarlı ilerliyor. Bu durumun hukuka uygun olduğunu düşünmüyorum. Demokratik bir hukuk devletinde olmaması gereken şeylere tanıklıklarımızdan biri. Cis- heteroseksist, Sünni, erkek diye tarif edilen makbul vatandaşın kutsandığı toplum mühendisliğinde hesap hatasının cezalandırıldığı bir sistem. Biz, bu sistemin hiçbir zaman parçası olmayacağız. Hükümet ve baroların karşı karşıya gelerek değil yan yana bu alanda emek veren, rapor hazırlayan STK’larla birlikte, bir araya gelerek konuşması gereken şeyler bunlar değil nefret söylemi ile mücadele etme yolları olmalı, trans cinayetleri, LGBTİ+’ların eğitim, sağlık, barınma, çalışma hürriyetinden yoksunluğunu konuşmalıyız. Biliyoruz ki hepsi politik hepsinin temel nedeni hükümetin tam da bu ötekinin ötekisi politikaları ile genel ahlakı yeniden ve yeniden gerici bir yere doğru tariflemesinden kaynaklanmaktadır.”

Ne olmuştu?

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 24 Nisan 2020 tarihli merkezi Cuma hutbesinde hedef LGBTİ+’lar ve HIV’le yaşayanlardı. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, “Ramazan: Sabır ve İrade Eğitimi” başlıklı hutbesinde nefret ve ayrımcılık saçtı. Hutbede eşcinseller ve HIV’le yaşayanlar şu ifadelerle hedef gösterildi:

“Ey insanlar! İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lûtîliği, Eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti. Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir, bunun hikmeti. Yılda yüzbinlerce insan gayri meşru ve nikahsız hayatın İslamî literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu HIV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim.”

İzmir Barosu Başkanlığı, Diyanet’in LGBTİ+’ları ve HIV’le yaşayanları hedef gösteren Cuma hutbesine ilişkin açıklama yayınladı. Baro, “Diyanet İşleri Başkanını yaptığı ayrımcı ve nefret içerikli konuşması sebebiyle kınıyoruz” dedi.

Açıklamanın tam metni şöyleydi:

“Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın 24 Nisan 2020 tarihindeki cuma hutbesindeki LGBTİ+’lara, resmi evlilik niteliği taşımayan bazı ilişki pratiklerine ve HIV’le yaşayan kişilere yönelik açıklamalarından haberdar olmuş bulunmaktayız.

“Nefret söylemleri, temelinde insan hak ve özgürlükleri ile tarihsel kazanımları ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Asıl mücadele edilmesi gereken bu ayrımcı ve nefret dolu anlayıştır. Nefret söylemlerine karşı yaptırımlar getirmek ve bu ifadelerin engellenmesinin gereklidir. Cinsel yönelime dayalı ayrımcılık ırka, renge ve kökene dayalı ayrımcılık kadar ciddi bir sorundur. Dünyanın ırk ayrımcılığı konusundaki utanç verici deneyimleri, tarihsel bağlam ile birlikte düşünüldüğünde bu tespitin ne kadar önemli olduğu ortadadır.

“Ne yazık ki ülkemizdeki benzer nefret söylemleri bununla sınırlı değildir. Bu açıklamaların yeni nefret suçları yaratma potansiyeli nedeniyle haklı bir endişe içerisindeyiz. Taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler ve kanunlarımız ışığında nefret söylemlerinin cezasız kalmaması gerektiğine inanıyor, Diyanet İşleri Başkanını yaptığı ayrımcı ve nefret içerikli konuşması sebebiyle kınıyoruz. Bir kez daha nefrete inat yaşamı savunmaya devam edeceğimizi kamuoyuna saygıyla bildiriyoruz.”