Gezi Parkı Davasında, Sivil Toplum lideri Osman Kavala ve 15 kişi hakkında iddianame hazırlandı
İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch — HRW) bugün yaptığı bir açıklamada, sivil toplum lideri Osman Kavala ve 15 kişi hakkında, Türkiye’de 2013 yılında yaşanan kitlesel protesto eylemlerini finanse edip, örgütledikleri ve bu suretle hükümeti devirmeye teşebbüs ettikleri suçlamasıyla hazırlanan iddianamede suç sayılabilecek filler işlendiğini gösteren inandırıcı delillerin sunulmadığını belirtti. 2013 yılının Mayıs — Haziran aylarında, İstanbul’un Taksim meydanında yaşanan Gezi Parkı protestoları ve oturma eylemi, Türkiye çapındaki bir çok şehirdeki yüzbinlerce insanın barışçıl gösteri haklarını kullanmalarına yol açmıştı.
Sanıklar, isnat edilen ana suç olan “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs” dolayısıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmakla karşı karşıya. Savcılık sanıkları ayrıca, Türkiye çapındaki eylemler sırasında göstericiler tarafından işlendiği iddia edilen suçlardan da sorumlu tutuyor. Protesto gösterileri, hükümetin, İstanbul’un merkezindeki kalan son yeşil alanlardan olan Gezi Parkı’nı yeniden düzenleme ve geliştirme planları üzerine başlamıştı. Sanıkların yargılanmasına İstanbul’da 24 Haziran 2019 tarihinde başlanacak.
İnsan Hakları İzleme Örgütü Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson “Osman Kavala ve 15 kişi hakkında hazırlanan iddianame derinlemesine incelendiğinde, Türkiye hükümeti tarafından en üst düzeyde yürütülen, siyasi saikli bir karalama kampanyasının ceza yargılamasına esas alınmasının doğurduğu kaygılar pekişiyor” dedi. Williamson, “bu iddianamede Kavala’nın ve diğerlerinin, bırakın yasadışı bir kalkışma kışkırtmak için komplo kurmayı, Gezi protestolarını planladıklarına ilişkin dahi tek bir delil sunulmuyor; bu nedenle mesnetsiz oldukları açıkça belli olan bu suçlamaların düşürülmesi gerekir,” şeklinde konuştu.
Gezi parkı protestolarının tarihini, hükümeti devirmek için tasarlanmış bir komplo olarak yeniden kurgulayan 657 sayfalık iddianame, İstanbul’daki bir mahkeme tarafından 4 Mart günü kabul edildi. İddianamede “davacı mağdurlar” olarak, o dönemin başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan ve dönemin tüm kabine üyeleri ile birlikte 746 kişinin daha isimleri, kim oldukları açıklanmadan sıralanıyor.
Kavala 1 Kasım 2017 tarihinden beri tutuklu olarak Silivri cezaevinde bulunuyor. Diğer bir sanık, Yiğit Aksakoğlu da, 17 Kasım 2018 tarihinden beri tutuklu ve aynı cezaevinde tutuluyor. Diğer sanıklar ise tutuksuzlar, bunların altısı hali hazırda Türkiye dışında.
İddianamede sunulan deliller Kavala ve diğerlerinin Gezi protestoları sırasında ve sonrasında yaptıkları yüzlerce telefon görüşmesinin dinleme kayıtlarından, yıllar boyunca yabancı ülkelere yaptıkları seyahatlere ilişkin ayrıntılardan, sosyal medya paylaşımlarından ve Kavala’nın değişik kişilerle buluştuğunu gösteren güvenlik kameraları ile çekilmiş fotoğraflardan oluşuyor.
Gezi protestoları vasıtasıyla hükümete karşı bir kalkışmanın planlanması amacıyla Kavala’nın öncülük ettiği iddia edilen komplonun arkasında, hayırsever iş insanı George Soros’un bulunduğu da iddianamede dile getirilen suçlamalar arasında. Soros, bağımsız bir şubesi Türkiye’de de faaliyet gösteren Açık Toplum Vakıfları ağının kurucusu ve başkanı. Faaliyetlerine artık son vermiş olan Türkiye Açık Toplum Vakfı’nın genel sekreteri Gökçe (Yılmaz) Tüylüoğlu da sanıklar arasında bulunuyor. İddianamede ayrıca Mali Suçları Araştırma Kurulu’nun (MASAK) Açık Toplum Vakfı’nın ve Kavala’nın yönettiği Anadolu Kültür A.Ş.’nin mali işlemlerini incelediği raporlara da yer veriliyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü iddianameyi inceledi ve yer verilen iddiaların vahim bir şekilde özgüllük yoksunluğundan muzdarip olduğunu tespit etti. Savcılığın, sanıkların aleyhinde sunulan delillerle, sanıklara isnat edilen suçlar arasında bir nedensellik bağı kurmak için hiçbir ciddi çaba içine girmediği anlaşılıyor. Örneğin iddianamede sanıkların, hükümeti devirmek amacıyla güç ve şiddet kullanılmasını kışkırttıklarına ya da suç sayılabilecek başka fiiller işlediklerine delalet edebilecek herhangi bir kanıt sunulmamış. Aynı şekilde, iddianamede sanıkların, hükümeti devirmek amacıyla kalkışma kışkırtmak için plan yapıldığından haberdar olduklarına veya böyle bir girişimde yer aldıklarına ilişkin herhangi bir kanıt da sunulmamış.
Davada, daha önce polis tarafından hazırlanmış bir fezlekede ileri sürülmüş ve hükümet tarafından en üst seviyede dile getirilmiş tamamiyle mesnetsiz iddiaları, bir ceza yargılamasına dönüştürmeyi amaçlayan siyasi saikli bir çabanın izleri görülüyor. Bu yönüyle Kavala’ya ve diğer 15 kişiye yapılan suç isnatlarının temelsiz oldukları aşikar olduğu gibi, bu isnatlar hükümet yetkililerinin yargı sistemini siyasi amaçlarla kullanmalarına yönelik bir çaba içinde olduklarına da işaret ediyor.
Hedefi ve amacı iktidarın yetkilerinin bu şekilde suistimal edilmesini yasaklamak olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 18. maddesi, haklara ve özgürlüklere getirilen kısıtlamaların “öngörüldükleri amacın dışında, herhangi başka bir amaçla” kullanılmasını yasaklamaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de 18. maddenin ihlal edildiği durumlara demokrasiye yönelik esaslı bir tehditin içkin olması sebebiyle, bu maddenin ihlal edilmesinin özellikle ağır ve ciddi olduğunu açık bir şekilde belirtmiştir. İnsan Hakları İzleme Örgütü, iddianamenin ve iddianamenin takip edildiği koşulların analizinin, yetkililerin Kavala’nın ve Aksakoğlu’nun tutuklanması dahil olmak üzere fiil ve kararlarının 18. maddeyi ihlal eden uygunsuz saiklerden kaynaklandığına işaret ettiğine inanmaktadır. Başlatılan yargılamanın asıl amacı sanıkları, sivil toplum faaliyetlerinden dolayı ve koruma altındaki haklarını kullandıkları için susturmak ve cezalandırmak ve sanıkların bu haklarını kullanmayı sürdürmelerine engel olmaktır.
Duruşma savcısı, Kavala ve Aksakoğlu’nun tahliyesini ve onlarla birlikte diğer 14 kişiye yöneltilen suçlamaların düşürülmesini talep etmelidir. BM’nin insan hakları mekanizmaları ve Türkiye’nin, Avrupa Birliği gibi uluslararası ortakları, Kavala ve Aksakoğlu’nun haksız tutuklulukları ile ilgili kaygılarını dile getirmeye devam etmeli ve Türkiye yetkililerinden onları serbest bırakmalarını ve sivil topluma uyguladıkları baskıya son vermelerini ısrarla talep etmelidirler. Ayrıca, yetkililer tarafından aleyhlerinde uluslararası hukukta suç olarak tanımlanan fiiller işlediklerini gösteren deliller sunulamayan gazeteci, politikacı ve insan hakları savunucularının serbest bırakılması için de Türkiye’ye baskı uygulanmalıdır. Kavala ve 15 kişi hakkında hazırlanan iddianame, AB’nin üst düzey yetkilileri Federica Mogherini ile Johannes Hahn’ı, Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile bir araya getiren 15 Mart tarihli AB — Türkiye Ortaklık Konseyi toplantısında da gündeme getirildi. AB’nin toplantıdan sonra yayınladığı yazılı açıklamada “AB, 16 tanınmış aktivist hakkında Şubat ayının sonunda hazırlanan iddianamede de görüldüğü üzere, sivil topluma uygulanan ve giderek artan baskılardan derin bir üzüntü duymaktadır ve sivil toplum alanının hızla daralmasından duyduğu kaygıyı dile getirmiştir,” denildi.
Williamson, “hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı demokratik bir ülkede, Kavala ve diğerlerine yöneltilen suçlamalar, makul bir şekilde bir ceza davasının temelini oluşturamaz,” dedi ve ekledi: “Özgürlükleri keyfi bir şekilde kısıtlanan Kavala ve Aksakoğlu derhal serbest bırakılmalıdır.”
Osman Kavala’nın avukatlarının İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne 21 Mart 2019 tarihinde verdiği, kendilerinin de yeni öğrendikleri bir bilgiye göre, yetkililer Kavala’nın tutukluluğunu Kavala hakkında 15 Temmuz 2016 Darbe girişimi ile ilgili olarak yürütülen başka bir soruşturma bulunması gerekçesine de dayandırıyorlar. İnsan Hakları İzleme Örgütü, Kavala’yı hapiste tutmak için gösterilen bu ek çabadan, bu raporun yayınlanmasından çok kısa bir süre önce haberdar oldu. Kavala 1 Kasım 2017 tarihinde tutuklandığında, mahkeme tutuklama kararının gerekçesi olarak, Kavala’nın Gezi protestolarına karışmış olmasıyla birlikte, “yabancı uyruklu kişi ve kişilerle olağanın ötesinde yoğun irtibat kurarak darbe teşebbüsüne katılmak suretiyle Anayasal düzeni cebir ve şiddet yöntemleri ile değiştirmek suçunu işlediğine dair bulgu ve delillere ulaşıldığını” da göstermişti.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün iddianame ile ilgili analizi aşağıda okunabilir.
Gezi Protestoları İddianamesi
İşadamı, kar amacı gütmeyen kültür kurumu Anadolu Kültür A.Ş.’nin kurucusu ve Türkiye’de sivil toplumun öncülerinden Osman Kavala’nın polis tarafından gözaltına alınmasının üzerinden 17 aya yakın bir süre geçtikten sonra, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Kavala ve 15 kişi hakkında iddianame hazırladı. İddianamede sanıklara isnat edilen ana suç Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesinde düzenlenen “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs” suçu. Sanıklar, hüküm giymeleri halinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılabilirler, zira kendilerine Türk Ceza Kanunu’ndaki en ağır suçlardan biri isnat edilmiş durumda.
Sanıklara isnat edilen bu ana suçun yanısıra, savcılık, Türkiye çapındaki Gezi protestoları sırasında, göstericiler tarafından işlendiği iddia edilen suçlardan da sanıkları sorumlu tutuyor. Sanıklara kamu malına zarar verme, tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirmesi, ibadethanelere ve mezarlıklara zarar verme, kanunsuz silah bulundurma, nitelikli yağma, nitelikli yaralama gibi suçlar da isnat ediliyor.
Davada yargılanacak diğer sanıklar şunlar: Erken dönem çocuk gelişimi projelerine odaklanan Hollanda merkezli bir hayır kuruluşu olan Bernard van Leer Vakfı’nın Türkiye temsilcisi Yiğit Aksakoğlu, Cumhuriyet Gazetesi’nin eski genel yayın yönetmeni gazeteci Can Dündar ki halen Almanya’da bulunuyor, İstanbul Mimarlar Odası yönetim kurulu üyesi Mücella Yapıcı, aktör ve yönetmen Mehmet Ali Alabora, Avrupa Siyaset Okulu’nun direktörü Ali Hakan Altınay, aktris Ayşe Pınar Alabora, Film Yapımcısı Çiğdem Mater Utku, Türkiye Açık Toplum Vakfı genel sekreteri Gökçe (Yılmaz) Tüylüoğlu, romancı ve oyun yazarı Handan Meltem Arıkan, eğitim danışmanı ve insani yardım çalışanı Hanzade Hikmet Germiyanoğlu, İnanç Ekmekçi, sivil toplum ve sanat projeleri koordinatörü Mine Özerden, Avukat Can Atalay, şehir planlamacı Tayfun Kahraman ve Anadolu Kültür’ün başkan yardımcısı Yiğit Ali Ekmekçi.
Kavala ve Aksakoğlu, sırasıyla 1 Kasım 2017’den ve 17 Kasım 2018’den beri tutuklu olarak Silivri cezaevinde bulunuyorlar.
2013 Gezi Eylemleri ve Mahkemeler
Türkiye yetkililerinin Gezi protestolarını ele alış biçimleri dünya çapında kınanmıştı. Taksim meydanının üzerinde göz yaşartıcı gaz bulutlarının asılı kaldığı, ezici bir çoğunlukla barışçı olan göstericileri dağıtmak için polisin tekrar tekrar aşırı güç kullandığı ve oturma eylemini iki hafta içinde zor kullanarak dağıttığı sahneler uluslararası basın tarafından yayınlanmıştı. Farklı kentlerde yapılan gösterilerde beş gösterici ve bir polis memuru ölmüş, çok sayıda gösterici başlarına göz yaşartıcı bomba fişeği isabet etmesinden kaynaklanan yaralanmalar yaşamıştı. Bu olaylar o dönemde hem uluslararası hem de yerel insan hakları örgütleri tarafından kapsamlı bir şekilde belgelenmişti. Gezi protestoları sadece birkaç hafta sürmüş, ancak eylemlere Türkiye çapında yüzbinlerce kişi katılmıştı.
Eylemlerin ardından, polisin aşırı güç kullanmasını, ölümleri ve yaralanmaları araştırmak amacıyla açılan soruşturma sayısı bir elin parmaklarını geçmemişti. Göstericilere karşı, eylemleri örgütledikleri veya bu eylemlere karıştıkları iddiasıyla açılan ana davalar da beraatle sonuçlanmıştı.
Bu bağlamda, Beşiktaş futbol takımının taraftar grubu Çarşı ile bağlantılı 35 sanığın yargılandıkları davanın 2015 Aralık’ında beraatle sonuçlanmış olması dikkat çekiciydi. Söz konusu sanıklar dönemin Başbakanı Erdoğan’ın Beşiktaş’taki çalışma ofisinin önünde protesto yürüyüşü düzenledikleri için darbeye teşebbüs etmek suçundan yargılanmışlardı. Gezi protestoları sırasında toplanan ve örgütlenen Taksim Dayanışma platformu ile bağlantılı kişiler de, 2015 Mayısında, barışçı toplanma özgürlüğünün Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde korunduğu gerekçesiyle, yargılandıkları davada beraat ettirilmişlerdi.
Gezi’nin Büyük bir Komplo Olarak Yeniden Kurgulanması
Gezi protestolarının üzerinden altı yıla yakın bir zaman geçtikten sonra, mahkemelerin bu davalardaki kararlarını hiçe sayan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bu eylemlerin arkasındaki büyük komployu kanıtlayan somut deliller bulduğunu ileri sürerek, Kavala ve diğerlerine karşı bir iddianame hazırlamakta ısrar etti. Savcılık, Hükümet yanlısı medyada 2017 Ekiminden beri sürmekte olan karalama kampanyasından hareketle, Kavala’nın ve onunla birlikte hareket eden küçük bir grup insanın, Gezi protestolarını finanse ettiğini ve örgütlediğini iddia ediyor.
Savcılığın yaklaşımı ile ilgili iki açık özellik öne çıkıyor. Bunların ikisinin de ortak yönü, iyi temellendirilmiş hukuki tezlerden ziyade, hükümet tarafından yayılan komplo teorilerine dayanmaları. İddianame, Gezi protestolarını büyük ölçüde spontane bir şekilde yükselmiş bir protesto dalgasından ziyade, hükümeti devirmek için planlı ve kasıtlı bir komplonun ürünü olarak yeniden kurgulayan ve hükümet yanlısı medyada ve Türkiyeli siyasetçilerin konuşmalarında sıklıkla kullanılan söylemi yansıtıyor. Savcılık iddianamesinin dayandığı tezlerden biri de eylemlerin Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak ve Türkiye’nin demokratik olarak seçilmiş liderlerini devirmek amacıyla, Amerika’da yaşayan, Açık Toplum Vakıfları ağının kurucusu ve başkanı, hayırsever iş insanı George Soros’un başını çektiği bir dış müdahaleden kaynaklandığı iddiası.
Soros’un Gezi protestolarındaki rolü ile ilgili mesnetsiz iddialar, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve onun hükümetine yakın olduğu bilinen medya organları tarafından, 2013 yılından itibaren farklı zamanlarda dolaşıma sokulmuştu. Soros’un Gezi protestolarında parmağı olduğu, ilk olarak dönemin Ankara Belediye başkanı olan Melih Gökçek tarafından, Gezi protestoları sırasında bir televizyon programında iddia edilmişti. Gökçek aynı programda Sırp bir aktivist grubu ve hali hazırdaki davanın sanıklarından biri olan aktör Mehmet Ali Alabora’yı da suçlamıştı.
2014 Kasımında medyada yer alan bir haberde, 14 Haziran 2013 tarihli bir polis fezlekesinde Kavala’nın Gezi protestolarını finanse ettiği gibi benzer iddiaların yer aldığı ve savcılığın söz konusu fezlekeden hareketle aralarında Kavala ve Alabora’nın da olduğu kişilerin telefonlarının dinlenmesi ve telefon kayıtlarının temini için mahkemeye başvurduğu belirtilmişti. Sonraki yıllarda özellikle Soros’un rolü ile ilgili bu tür haberler medyada zaman zaman yer almış olsa da, çok sayıdaki farklı Gezi davalarında bu iddialara yer verilmemiş ve bu davalar, sanıkların çoğunun beraati ile sonuçlanmıştı.
Aslında medyada zaman zaman Kavala ile Soros’u benzeştiren haberlerin çıkmasının tarihi daha da gerilere gidiyor, öyle ki savcılık iddianamesinde 2005 yılında yayınlanmış bir makaleye atıf yapılıyor. Söz konusu iddia, Kavala’nın miras yoluyla edindiği şirketlerine ve Kavala’nın Soros ile bağlantılı, küçük Türkiye Açık Toplum Vakfı’nın, 2001 yılındaki kuruluşunda üstlendiği role dayandırılıyor. Söz konusu kurum önce bir temsilcilik ofisi olarak açılmış, sonra, 2009 yılında, ulusal bir vakıfa dönüştürülmüştü. İçişleri Bakanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından tam ve kapsamlı bir şekilde denetlenen ve izlenen söz konusu vakıf, sivil toplum projelerine ve sivil toplum örgütlerine fon sağlıyordu.
Kavala 2017 Ekiminde gözaltına alındığında, Cumhurbaşkanı Erdoğan onun için “Türkiye’nin Soros’u”ifadesini kullanmış ve Kavala’nın Gezi protestolarının arkasında olduğunu iddia etmişti. Bu konuşmadan kısa bir süre sonra da Kavala mahkeme kararıyla tutuklanmıştı. 2018 Ekiminde Kavala hakkında yürütülen soruşturmanın genişletildiği ortaya çıkınca, Erdoğan benzer iddiaları tekrarlamış ve “Gezi olaylarında teröristlerin finans kaynağı olan bir kişi şu anda içeride. Onun arkasında meşhur Macar Yahudisi Soros var,” ifadelerini kullanarak Soros hakkında “bu adam dünyada milletleri bölmekle adeta birilerini görevlendiren parası bol birisi,” demişti. Bu anti-semitik konuşmanın ardından Türkiye Açık Toplum Vakfı faaliyetlerine son verme kararı almış ve vakfın tasfiyesi için mahkemeye baş vurmuştu.
Gezi “kalkışmasının” arkasındaki asıl planlayıcı olarak Soros sunulsa da, Soros iddianameye şüpheli olarak dahil edilmiş isimlerden değil. İddianamede Gezi protestolarının örgütlenmesi için finansal destek sağlandığını gösteren bir delil yer almıyor. Sanıklar arasında Türkiye’deki faaliyetlerini durdurmuş olan Açık Toplum Vakfı’nın genel sekreteri Gökçe (Yılmaz) Tüylüoğlu da bulunuyor.
İddianamenin İçeriği
657 Sayfalık iddianame üç bölümden oluşuyor.
68 sayfalık giriş bölümünde savcılık Gezi’nin bir “kalkışma hareketi” (s. 23) olduğunu belirtiyor ve “eylemlerin hiç birinin tesadüfi olmadığı ve dış destekli, Türkiye Cumhuriyet Devletine diz çöktürme operasyonu olduğu çok açık ve net olarak gözükmektedir” (s.24) şeklindeki temel “tezini” sergiliyor. İddianamede “masum” gibi görünen protestoların arkasındaki “asıl amacın; yurt genelinde kaos ve kargaşa ortamı meydana getirilmesi ve bu şekilde, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engelleme ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı kalkışmanın amaçlandığı anlaşılmıştır” şeklinde bir ifade kullanılıyor.
Savcılık daha sonra Gezi protestolarını Arap Baharı ve Amerika’daki İşgal Et! hareketine atıfla açıklamaya ve Gezi’yi Sırbistan’daki sivil itaatsizlik örgütü OTPOR’un çok daha önceki faaliyetleriyle ilişkilendirmeye çalışıyor. OTPOR, Slobodan Miloşeviç hükümetine karşı Miloşeviç’in 2000 yılında görevden ayrılmasından evvel barışçıl protesto eylemleri düzenlemişti. Giriş bölümünde George Soros ve onun Açık Toplum Vakıfları’nın, eski Sovyet rejimleriyle bağlantılı diktatörlerin devrildiği ülkelerdeki siyasi hareketler üzerindeki etkilerine de (Ukrayna ve Gürcistan’daki ‘renkli devrim’ adı verilen hareketlere) atıf yapılıyor. İddianamede Gezi protestolarının bir kronolojisi verilerek, başka ülkelerdeki protesto eylemleriyle benzerlikleri gösterilmeye çalışılıyor.
Planlı bir darbe girişiminin söz konusu olduğuna ilişkin büyük anlatıyı bu şekilde kurgulayan Savcılık, Gezi protestolarını etkileyen üç ana unsur olduğu sonucuna varıyor: Bunlar; OTPOR taktikleri, Amerikalı şiddetsiz direniş aktivisti ve akademisyen Gene Sharp’ın 1993 yılında yayınladığı bir sivil itaatsizlik el kitabında sıraladığı stratejiler ve Soros Açık Toplum Vakıfları’nın mali desteği. OTPOR’un Gezi protestolarını etkilediği yönündeki iddiadan ilk olarak Gezi eylemleri sırasında, 6 Haziran 2013 tarihinde Türkiye gazetesinde yayınlanan bir haberde bahsedilmiş ve o dönemde dönemin Ankara Belediye başkanı da bu iddiayı dile getirmişti.
İddianame’de Arap Baharı, OTPOR eylemleri ve İşgal Et! hareketi Gezi için bir tarihsel bağlam oluşturmak için kullanılıyor. Ancak bu hareketlerin arasındaki süreklilik ve bunların etkileri, son analizde, savcılığın Gezi’nin her yönüyle Kavala ile ilişkilendirilmiş belli bir plan doğrultusunda örgütlendiği ve yürütüldüğü yönündeki iddiasının yanında, çok da büyük bir önem taşımıyor.
Giriş bölümünün sonucunda, Gezi’nin ardındaki komplonun demokratik bir dürtüye sahip olmadığı, daha ziyade, Mısır’ın demokratik olarak seçilmiş başkanı Muhammed Mursi gibi Türkiye hükümetini de devirmeyi amaçlayan bir girişim olduğu iddia ediliyor. Savcılık, ikiyüzlü Batı devletlerinin kendi ülkelerindeki gösterileri polisin ağır müdahalesi ile bastırırken, Müslüman ülkelerde yaşanan olaylarda, Amerika ve Batının kendi siyasi emelleri ve çıkarları doğrultusunda “onları güçlendirmek” kastıyla hareket ettiklerinin “aşikar” olduğunu ifade ediyor (s. 90). Savcılık böylece Gezi protestolarının hedefinde iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ve özellikle de Erdoğan’ın yıpratılması olduğu sonucuna varıyor.
"Deliller"
İddianamenin “Şüpheliler Hakkında Tespit Edilen Deliller” başlığını taşıyan 421 sayfalık ikinci bölümünde, Gezi’nin planlı ve art niyetli bir şekilde örgütlendiği ve bu niyetin ne olduğuna ilişkin iddialar yineleniyor. İddianamede sunulan deliller Kavala ve diğerlerinin Gezi protestoları sırasında ve sonrasında yaptıkları yüzlerce telefon görüşmesinin dinleme kayıtlarından, yıllar boyunca yabancı ülkelere yaptıkları seyahatlere ilişkin, hangi sefer sayılı uçuşları yaptıkları gibi ayrıntılardan, sosyal medya paylaşımlarından, Kavala’nın değişik kişilerle buluştuğunu gösteren güvenlik kameraları ile çekilmiş fotoğraflardan ve Türkiye Açık Toplum Vakfı ve Kavala’nın Anadolu Kültür kurumunun mali işlemlerini inceleyen Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) raporlarından oluşuyor.
Söz konusu malzemenin en çarpıcı özelliği, dış seyahat kayıtları ve mali raporlar dışında tamamının Gezi protestoları sırasındaki veya sonrasındaki tarihlere ait olmaları. Telefon görüşmeleri büyük ölçüde tesadüfi konuşmalardan oluşuyor, bazılarında Gezi protestolarından da bahsediliyor. Türkiye’deki büyük siyasi davalarda hep olduğu gibi, savcılık bu kadar çok konuşmanın iddianameye neden dahil edilmiş olduğunu veya bu konuşmaların hangi yönlerinin suç sayılabilecek faaliyetlerin varlığına işaret eden deliller sunduğunu açıklamak için pek çaba sarf etmiyor. Belli bazı cümleler, önemli olduklarını ima eder şekilde kalın veya büyük harflerle yazılarak vurgulanmış, ama vurgulanan hususların neden ve hangi anlamda önemli oldukları, ne kendiliğinden belli oluyor, ne de savcılık tarafından açıklanıyor.
Kavala’ya ait konuşmaların çoğu Açık Toplum Vakfı’nın ve Anadolu Kültür’ün iç işleyişleriyle, randevular, toplantılar ve atölye çalışmaları, hiçbir zaman çekilmemiş bir film ve hiç açılmamış bir televizyon kanalı gibi faaliyetlere ilişkin planlarla ilgili. Savcılık sanıklardan ikisi olan Aksakoğlu ve Germiyanoğlu arasında şiddet içermeyen aktivizmi ve sivil itaatsizliği geliştirmek için sivil inisiyatifler oluşturmak ve bu meseleler üzerine çalışmak amacıyla, sadece kağıt üzerinde kurulmuş bir dernek hakkında geçen bir konuşmayı alıntılıyor. Savcılığa göre bu konuşma, barışçı sivil faaliyetler ve taktikler geliştirmek amacıyla girişilen idealist bir çabadan ziyade, Türkiye’yi kaos ve şiddet ortamına sürüklemek ve Gezi’yi sürekli kılmak için gösterilen bir çabanın varlığını kanıtlıyor.
İddianame’de Gezi öncesinde yapılmış toplantı, telefon görüşmeleri veya bir komployla ilgili olabilecek diğer faaliyetlerin varlığını gösteren hiçbir delile yer verilmiyor. Bir kaç telefon görüşmesinde Kavala’nın açılır - kapanır plastik bir masa bağışladığı, bir başkasında ise poğaça, meyve suyu ve süt gibi bir miktar yiyecek içecek yollamayı kabul ettiği ve gaz maskesinin nereden bulunabileceğini sorduğu görülüyor. Bunlar, hükümeti devirmeyi amaçlayan bir komplonun önderi olduğu iddia edilen bir kişinin faaliyetleriymiş gibi durmuyorlar.
Bir başka anlatı silsilesinde savcılık Gezi komplosunun başlangıcının, Alabora’nın 2011 yılında, Gezi Parkı’nda yaptığı “Ayaklan İstanbul” isimli bir kısa videoya kadar geri gittiğini ileri sürüyor. Alabora’nın 2012 Temmuzunda, Mısır’a, bir OTPOR aktivisti ile aynı tarihlerde seyahat etmiş olmasından ve Alabora’nın yönettiği, 2012 Aralık’ı ile 2013 Nisan’ı arasında sahnelenmiş, bir diktatör hakkındaki alaycı bir müzikal olan Mi Minör oyunundan da Gezi “kalkışmasının” planlanmasındaki önemli adımlar olarak bahsediliyor. Savcılığın “delilleri” Alabora’nın Kavala ile sadece bir kez, o da Gezi protestoları bittikten sonra konuştuğuna işaret ediyor.
İddianamede sanıkların birlikte nasıl bir kalkışma planı yapmış olabileceklerine ya da başka bir komplo kurmuş olabileceklerine ilişkin bir açıklama sunulmuyor. Bir planın varlığını gösterebilecek inandırıcı ayrıntılar veya 16 sanık arasında eylemlerden önce gerçekleşmiş iletişim kayıtları da sunulmuyor. İddianamede Alabora’nın daha önceki tiyatro projeleri ve bazı sanıkların yabancı ülkelere yaptıkları seyahatlerin kayıtları dışında, Gezi öncesi döneme ait, Gezi ile ilgili hiçbir faaliyetten bahsedilmiyor ve söz konusu tiyatro projelerinin ve seyahat kayıtlarının hiçbirinin suç sayılabilecek bir faaliyetin veya bir komplonun varlığını kanıtlayan deliller olarak görülmesi mümkün değil.
Türkiye Açık Toplum Vakfı ve Kavala’nın Anadolu Kültür kuruluşu ile ilgili Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) raporları, adı geçen vakfın sivil toplum örgütlerinin projelerini fonladığını ve Anadolu Kültür’ün maaş ödediğini, burslar verdiğini ve bağışlar yaptığını gösteriyor. MASAK raporlarında Gezi’nin örgütlenmesi için para transferi yapıldığını gösterebilecek herhangi bir ödeme tespit edilmediği gibi, belli olmayan amaçlarla yapılmış bir ödeme de tespit edilmemiş.
Nitekim savcılık da, kendisine ödeme yapılmış bir kaç insan hakkında sonradan soruşturma veya kovuşturma açılmış ve bir kaç derneğin OHAL sırasında KHK ile kapatılmış olduğunu belirtmek dışında, bu raporlardan hareketle bir sonuca varmıyor. Her iki durumda da yapılan ödemelerin, açılan soruşturma veya kovuşturmalarla ve dernek kapatmalarla o veya bu şekilde bir ilgisi olduğuna yönelik bir iddia ileri sürülmüyor. MASAK raporlarının bu iddianameye dahil edilmesinin tek sebebinin Türkiye Açık Toplum Vakfı’ndan ve Anadolu Kültür’den kimin para aldığını ifşa etmek olduğu anlaşılıyor. Söz konusu fonların suç işlemek amacıyla kullanıldığına işaret eden bir delil olmadığı için, MASAK raporlarına iddianamede yer vermenin, adı geçen iki kaynaktan birinden para almış kişi veya kurumları itibarsızlaştırmak gibi siyasi bir amaca hizmet ettiği yorumunu yapmak mümkün.
“Müştekilere Yönelik İşlenen Eylemler, Görüntü İnceleme Tutanakları, Değerlendirme ve Netice-i Talep” başlığını taşıyan 144 sayfalık üçüncü bölüm ise, esas olarak Türkiye çapındaki gösterilerde, göstericilerin neden olduğu iddia edilen hasara odaklanıyor. Taksim meydanındakiler başta olmak üzere, tüm bu mala zarar verme olayları ile 16 sanık arasında bir ilişki kurmak yönünde doğrudan bir çaba gösterilmiyor. Ancak sanıklar yine de tüm bu olaylardan sorumlu tutuluyorlar.
Sonuç Bölümü
İddianame, sanıkların Gezi “kalkışmasını” planlayarak, hükümetin FETÖ/PDY adını verdiği Fethullah Gülen hareketinin sonraki girişimlerinin yolunu açan bir suç işledikleri tezini ileri sürerek sona eriyor. Türkiye hükümeti ve mahkemeleri Amerika’da yaşayan din adamı Gülen’i 2016 Temmuzundaki darbe girişimini planlamakla suçluyor. Hükümet hareketin takipçisi olduğu iddia edilen binlerce insanı devlet memurluğundan ve yargıdaki görevlerinden çıkartmış, binlerce insan da tutuklanmıştı.
Savcılık, Gezi protestolarına yönelik ilk soruşturmaların, Gülen hareketine mensup olduğu iddia edilen polis görevlileri ve bir savcı tarafından yürütülmüş olduğunu belirterek, bu kişileri tarif etmek için “devlet birimleri içerisine kanser hücresi gibi sızmış olan FETÖ/PDY silahlı terör örgütü militanı oldukları daha sonrasında tespit olunan şahıslar” ifadesini kullanıyor. İddianameye göre, 2016 Temmuzundan sonra, yetkililerin bütün “yabancı” ve “[Gülenci] militan” etkileri temizlemesinin ardından, toplanan tüm kanıt ve dinleme kayıtlarının “yeniden kıymetlendirilmesi yaptırılmış.” ‘Yeniden kıymetlendirilmesi yaptırılmış’ ifadesi Temmuz 2016 sonrasında delillerin başka bir gözle yeni bir değerlendirmesinin yapıldığı izlenimini verse de, iddianamede bunun nedeni açıklanmamış.