15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi sonrası Mayıs 2017’de kurulan OHAL Komisyonu bugüne kadar, “Barış Bildirisi” olarak bilinen ve iki bin 210 akademisyen tarafından imzalanan bildiri nedeniyle üniversitelerindeki görevlerinden ihraç edilen akademisyenlerin başvurularına dair bir karar vermedi.
“Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalayan ve kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile üniversitedeki görevlerinden ihraç edilen barış akademisyenleri, komisyonun kabul veya ret kararı vermemesi nedeniyle dört yıldır iç hukuk yollarını kullanamıyor. Anayasa Mahkemesi (AYM), barış akademisyenlerinin imza attıkları bildiri nedeniyle “silahlı terör örgütü propagandası yapmak” suçundan cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar vermişti. Medyascope’a konuşan akademisyenlere göre ise komisyonun dört yıldır hiçbir karar almaması bilinçli bir tavır. Akademisyenler, “Bu bilinçli bir tavır, bizim dosyalarımızı arafta bekleterek herhangi bir adım atmamızın önüne geçiyorlar” diyerek komisyonun tavrını eleştirdi.
Komisyon dört yıldır karar vermedi
OHAL Komisyonu’na bugüne kadar 126 bin 674 başvuru yapıldı. Komisyon 14 bin başvuruyu kabul ederken, 101 bin 58 başvuruya ise ret yanıtını verdi. “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalayan ve KHK ile üniversitedeki görevlerinden ihraç edilen akademisyenler, komisyonun kendileri hakkında vereceği kararı dört yıldır bekliyor. Bu süreçte imzacı 822 barış akademisyeni hâkim karşısına çıktı. Karara bağlanan 204 davanın tamamında imzacı akademisyenler “suçlu” bulundu. Anayasa Mahkemesi (AYM), barış akademisyenlerinin imza attıkları bildiri nedeniyle “silahlı terör örgütü propagandası yapmak” suçundan cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüklerinin ihlal edildiğine hükmetti. Karar sonrası yerel mahkemelerde 568 akademisyen hakkında beraat kararı verildi. AYM, son olarak barış akademisyeni Latife Akyüz’ün yurtdışı çıkış yasağı gerekçesiyle hak ihlaline uğradığına karar verdi.
“AYM kararı sonrası dört yıl beklemeye lüzum yoktu”
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edilen Dr. Dinçer Demirkent, komisyonun hukuki değil siyasi saiklerle karar aldığını belirtti. AYM’nin verdiği hak ihlali kararı sonrası komisyonun başvuruları kabul etmesi gerektiğini belirten Dinçer, şöyle konuştu:
“AYM kararlarının idari ve yargısal bütün organları bağlayacağını düşünürsek, AYM bu bildiriye imza atmayı ifade ve akademik özgürlük içinde değerlendirdi. Bu terörle ilgili bir şey değildir. Bunun için dört yıl beklemeye lüzum yok. Fakat OHAL Komisyonu bekliyor çünkü bir yıldırma süreciyle karşı karşıyayız. Türkiye’de böyle siyasi davalar, siyasi olarak karara bağlanır. Akademisyenler aynı KHK ile atılmadı. OHAL Komisyonu henüz kabul ya da ret kararı vermediği için yargıya başvuru yolumuz açık değil. Buradaki en büyük bir sıkıntı ise şu: ihraç edilmemizden bir yıl sonra bize ‘Bu komisyona başvurabilirsiniz’ dediler. Makul süre geçmesine rağmen dört yıldır komisyondan bir karar çıkmadı. Biz buna dair de itirazımızı AYM’ye yaptık.”
47 akademisyen AİHM’e başvurdu
OHAL Komisyonu’ndan ret kararı çıkması durumunda Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) tarafından özel olarak yetkilendirilmiş mahkemelere başvurulabiliyor. Daha sonra istinaf ve buradan sonuç alınmazsa AYM’ye yolu açık. İç hukuk yollarının tükenmesi durumunda ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuruluyor. Komisyonun dört yıldır karar almaması nedeniyle de 47 akademisyen, Türkiye’de etkili yargılama yapılmadığı gerekçesiyle AİHM’e başvurdu.
“OHAL Komisyonu nasıl bir ret gerekçesi verecek merak içindeyim”
Başvuruculardan biri olan Demirkent, süreci Medyascope’a şöyle değerlendirdi:
“OHAL Komisyonu’ndan çıkacak karar göre Ankara’da HSK tarafından özel olarak yetkilendirilmiş mahkemelere başvurabiliyorsunuz. Ancak buradaki mahkemeler takipsizlik veya beraat alanların bile başvurularını reddediyor. AİHM’e Türkiye’de etkili yargı olmadığını göstermek için iç hukuk yollarını tüketmeden başvurduk. Şu an 47 akademisyen için AİHM’de devam eden bir süreç var. Hükümetten bir cevap istendi. OHAL Komisyonu, akademisyenler için ret kararı verdiklerinde bunu nasıl bir gerekçeye dayandıracaklar merak içindeyim. AYM, bu bildiriye imza atmayı ifade özgürlüğü ve akademik özgürlük olarak değerlendirdi. OHAL Komisyonu AYM’ye uymak zorunda. Dolayısıyla kabul kararı vermezse AYM’nin verdiği verdiği kararın anlamı olmadığı ortaya çıkacak.”
“OHAL ilan edilmeden önce üniversitelerde başlayan süreç OHAL ile birlikte tamamlandı” diyen Dinçer Demirkent, OHAL Komisyonu’na güvenmediğini de belirtti.
“Başvurularımıza ilişkin hiçbir karar verilmemesi bilinçli bir tavır”
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi iken 686 sayılı KHK ile ihraç edilen Prof. Dr. Ülkü Doğanay da “Başvurularımıza ilişkin hiçbir karar verilmemesi bilinçli bir tavır, bizi arafta bekleterek herhangi bir adım atmamızın önüne geçiyorlar” dedi.
“İhraçlar üniversitelerin yeniden yapılandırılmasında bir semboldü”
İktidarın ihraçlarla üniversiteleri yeniden yapılandırdığını ve bundan da kısmen başarılı olduğunu belirten Doğanay, süreci şöyle anlattı:
“İhraç süreci üniversitenin yeniden yapılandırılmasında bir semboldü. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, İletişim Fakültesi ve Hukuk Fakültesi eleştirel ve bilimsel bilginin üretildiği yerlerdi. Demokrat hocalar da eskisi gibi çalışamıyorlar. İhraçlar üniversitedeki ortamı değiştirdi. Akademik bilgiyi üretip odanıza kapanmıyorsunuz. Bununla ilgili çalışmalar, konferanslar düzenlemelisiniz. Maalesef bugün hiçbiri yok. Üniversitedeki Kadın Çalışmaları Birimi, İstanbul Sözleşmesi üzerine neredeyse hiçbir şey yapmamış. Hocaların kişisel çalışmaları dışında bir şeye izin verilmiyor. İktidarı eleştirilecek bilginin tümüyle dışarıya çıkarılması ve ortadan kaldırılması istendi. Bir ölçüde başarılı da oldular. Geçici olarak bunu sağladılar.”
“Politik bir karar bu, o konuda bir netlik sağlayamadılar”
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim üyesi iken barış imzacısı olması nedeniyle 6 Ocak 2017’de üniversiteden ihraç edilen Sevilay Çelenk, komisyonun henüz bir karar almamasını “Politik bir karar, o konuda bir netlik sağlayamadılar. Bir yandan da o kadar ağır bir hukuksuzluk söz konusu ki hukuki bir ret cevabı oluşturamıyorlar” sözleriyle değerlendirdi.
“İhracı kişisel bir travma gibi yaşamadık bu politik bir saldırıydı”
Çelenk, ihraç edildikten sonra yaşananları ise şöyle anlattı:
“Üniversiteden ihraç edilmemiz sadece bizim elimizden giden bir şey olarak değil, ülkenin geleceğinden bir şeylerin gitmesiydi. İhracı kişisel bir travma gibi yaşamadık, bu politik bir saldırıydı. Darbe girişiminden altı ay sonra deyim yerindeyse yaprak bile kımıldamıyorken biz, kendi kabuğumuza çekilmek yerine buna karşı sokakta itiraz ettik. Kış günü sokak akademileri düzenledik. 10 Şubat’ta okulda düzenlediğimiz eyleme gazlarla, köpeklerle saldırıldı. O dönem için politik olarak güçlü bir direniş ortaya koyduk.”
“Boyun eğdirmek istediler ama başaramadılar”
Taşrada görev yapan barış akademisyenlerinin daha sert baskıyla karşı karşıya kaldığını belirten Çelenk, “Biz ihraç edilen hocalar olarak büyükşehirlerde bir aradaydık ancak taşradaki üniversitelerdeki akademisyenler çok zor süreçler yaşadı. Evleri basıldı, terörist ve hain olarak hedef gösterildiler. Bazıları şehirleri terk etti. Ancak onlar da bunun kişisel değil politik bir saldırı olduğunu biliyorlardı ve buna da direnç gösterdiler. Tüm bu baskılara karşı kimseye özür metni yayınlatamadılar. 2 bin 200 imzacıdan geri adım atan olmadı. Kimseden, ‘hata yaptım’ demeci bile alamadılar. Küçük şehirlerde görev yapan görev yapan arkadaşlarımıza boyun eğdirmek istediler ama bunu başaramadılar” dedi.
“Hiçbir şey olmamış gibi bizi ihraç listesine koyan rektörle fotoğraf paylaşanlar oldu”
Çelenk, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu süreçte bütün kurumlarda hiçbir şey olmamış gibi, bizim isimlerimizi ihraç listesine koyan rektörlerle fotoğraflar veren, rektörün tavrını eleştiren ya da hiçbir şey yapmayan arkadaşlarımız oldu. Örneğin Ankara Üniversitesi’nin o dönem rektörü olan Erkan İbiş sanki üniversiteyi koruyan biriymiş gibi davrandılar. İhraç edilen akademisyenlerin çoğunluğu Ankara Üniversitesi üyesiydi. O dönem en asgari ölçüde dayanışma gösterebileceklerken, onu bile yapmadılar. Bu sağlansa bu kadar insan ihraç edilmezdi.”
“Gelecek nesiller için döneceğiz”
Üniversiteye dönmelerinin kendileri için politik bir mesele olduğunu vurgulayan Çelenk, “Geri dönmek gerekiyor. Bizim için de politik bir mesele. Orası sizden ibaret değil. Gelecek nesiller için de önemli. Bizim geçmişin birikimini yeniden ve daha ileri noktaya taşımak gibi bir yükümlülüğümüz var” diye konuştu.