EURONEWS Risk Altındaki Akademisyenler (SAR), yayınladığı "Free to Think (Düşünmekte Özgür) 2020" raporunda dünyada akademik özgürlüğü korumak için uluslararası toplumu harekete geçmeye çağırdı.
Türkiye için ayrı başlık açılan rapora göre, son beş yılda "akademik özgürlük ve ifade özgürlüğü ciddi şekilde zarar gördü, kampüslerde korku ve otosansür yayıldı."
"Kuşatma Altındaki Üniversite: Türkiye’nin Felç Halindeki Akademik Topluluğu" alt başlığında, olağanüstü hal döneminde 6 bin 81 kişinin üniversitelerden ihraç edildiği belirtilirken; akademisyenlerin durumu 'sivil ölüm', "sosyal ve politik damgalama eylemi" olarak nitelendiriliyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "üniversitelerde tek söz sahibi haline geldi" denilen raporda küresel akademik camiadan Türkiye'deki akademik özgürlükle ilgili endişelerini Ankara'ya iletmeleri isteniyor.
Raporda akademik dünyanın en fazla tehlike altında olduğu ülkeler arasında, Türkiye'nin yanısıra Afganistan, Yemen, Hindistan, İsrail, Güney Afrika, Hong Kong, Çin, Rusya, Venezuela ve ABD gösteriliyor.
ABD merkezli kurumun raporunda, 1 Eylül 2019 ile 31 Ağustos 2020 arasında 58 ülkede yüksek öğrenim topluluklarına yönelik 341 'saldırı' analiz ediliyor. SAR, ayrıca 2011'den bu yana, 100'ün üzerinde ülkede yüksek öğretime yönelik bin 700'den fazla 'saldırı' olduğunu duyurdu.
"Kuşatma Altındaki Üniversite: Türkiye’nin Felç Halindeki Akademik Topluluğu"
SAR'ın raporunda Türkiye'de akademisyenler üzerindeki baskının "Barış için Akademisyenler" davasıyla birlikte "dramatik bir şekilde" Ocak 2016'da başladığı belirtiliyor: "Dört yıllık bir baskı ve büyük bir akademisyen tasfiyesinin ardından, Türkiye’nin akademik camiası ciddi şekilde felç oldu. Görevden alınan binlerce akademisyen hâlâ adalet bekliyor, işten çıkarılmalarına itiraz etmekte uzun gecikmeler yaşıyor ve akademide çalışamıyor."
Raporda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın onlara karşı "tüyler ürpertici" şekilde verdiği karşılıkla "Barış Bildirisini" onaylayan 2 bin 200'den fazla akademisyene "idari ve cezai soruşturmalar başlatıldığı, uzaklaştırma cezaları verildiği ve akademisyenlerin işten atılarak kara listeye alındığı" bildiriliyor.
Raporda şu ifadelere yer veriliyor:
"15 Temmuz 2016'daki başarısız askeri darbenin ardından hükümet, iki yıl süren Olağanüstü Hal ilan etti. Temmuz 2016'dan Temmuz 2018'e kadar, Türkiye’nin yüksek öğretim sistemi yeni bir düşüş yaşadı. "Barış Bildirisi"ni imzalayan 406 akademisyen dahil toplam 6 bin 81 akademisyen, mahkemede doğrulanmayan keyfi suçlamalara dayanılarak olağanüstü hal kararnameleri ile ihraç edildi. Akademik istihdam ve sivil hizmetten ömür boyu yasaklanan ve pasaportlarına kararname ile el konulan bu akademisyenler, kariyerlerini, geçim kaynaklarını ve hayata yeniden başlama yeteneklerini kaybetti. Bu, yaygın olarak "sivil ölüm" olarak kabul edilen bir durum."
"Erdoğan, üniversitelerde tek söz sahibi haline geldi"
Raporda olağanüstü hal döneminde "Erdoğan, üniversiteler üzerinde baskısı artırdı" deniliyor: "Olağanüstü hal döneminde, Yüksek Öğretim Kanununda yapılan bir dizi önemli değişiklik, üniversite rektörlerinin adaylık ve seçimlerinde tüm kurumsal arabuluculuk mekanizmalarını ortadan kaldırarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı üniversite liderliğinin tek söz sahibi haline getirdi."
Akademisyenler arasında otosansürün arttığına dikkat çeken raporda, "Doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından atanan rektörler genellikle baskıcı bir rol oynuyor, öğrencilerin muhalefetini ve eleştirel bilim adamlarını bastırıyor. Akademisyenler arasında otosansür endişe verici bir düzeye ulaştı." ifadelerine yer veriliyor.
"Çok sayıda masum insan etkilendi"
Avrupa Konseyi'nin anayasal konulardaki uzmanlık organı Venedik Komisyonu'nun açıklamalarına atıfta bulunulan raporda, "olağanüstü hal tedbirleriyle komplo ile ilgisi olmayan çok sayıda masum insan ve örgütün etkilendiği" ve ihraç edilen kamu görevlilerinin şikayetlerini doğrudan mahkemeye taşıyamadıkları belirtiliyor.
İşten atılma durumunda yeniden değerlendirme için önce Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu'na başvuruluyor ve Komisyon başvuruyu reddederse idari mahkemeler aracılığıyla inceleme istenebiliyor.
Bu komisyonun şeffaf olmadığı için eleştirildiği belirtilen raporda, bu kuruma başvuranların "kendileriyle ilgili herhangi bir delil ve iddiaları görmelerine izin verilmediği" kaydediliyor.
Temmuz 2020 itibariyle, Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu'na toplam 126 bin 300 itiraz başvurusu yapıldı; bunlardan 108 bin 200'i hakkında karar verildi. Davaların yüzde 11.3'ü onaylandı ve yüzde 88.7'si reddedildi.
Raporda, "bu rakamlara bakılarak Türkiye’nin görevden alınan akademisyenleri için iyimser olmak için hiçbir neden yok." deniliyor.
Görevden alınanların yüzde 97'si Türkiye'de güvende hissetmiyor
Raporda kararnamelerle işten çıkarmalar, "bireyleri temel bir kişisel güvenlik duygusundan mahrum bırakan, hayat hikayelerinde derin izler bırakan sosyal ve politik bir damgalama eylemi" olarak nitelendiriliyor.
Görevden alınan akademisyenler arasında kalıcı tehdit duygularının yoğun yaşandığı ve yüzde 97'sinin Türkiye'de kendilerini "güvende hissetmediği" belirtiliyor. Yüzde 93'ü Komisyon tarafından akademik pozisyonlarına geri dönseler bile üniversite ortamında "daha fazla sindirmeye maruz kalacaklarına" inanıyor.
Devlet hizmetinden ve akademik işlerinden ömür boyu men edilmiş olan ihraç edilen akademisyenlerin, günlük yaşamlarında büyük zorluklarla karşılaştıklarına dikkat çekilen raporda 'damgalamanın gerçek ve görünür olduğu" söyleniyor: "Çoğu zaman akademik uzmanlıklarıyla hiçbir ilgisi olmayan her türlü işte çoğunlukla yarı zamanlı çalışıyorlar. KHK ile işten çıkarılan akademisyenlerin yüzde 60'ı, sosyal güvenlik kayıtları incelendikten sonra iş başvurularında bulundukları yeni kurum tarafından en az bir kez reddedildi. Görünüşe göre, işverenler, işten çıkarılmış bir kişiyi işe alacaklarsa kendileri de baskıdan korkuyor."
Raporda, ihraç edilen akademisyenler arasında ruhsal ve duygusal bozukluk oranının, genel nüfus içindeki aynı yaş gruplarına göre çok daha yüksek olduğu sonucuna varılıyor: "Hatta bu, işkence mağdurları arasındaki benzer rahatsızlıkların oranına yakın. Bir tıp kurumuna danışanların çoğuna depresyon (yüzde 47), anksiyete bozukluğu (yüzde 31) ve travma sonrası stres bozukluğu (yüzde 21) tanısı kondu."
"Kampüslerde korku ve otosansür"
Raporda, "üniversitelerde kovulmayan" akademisyenler arasında endişelerin olduğu belirtiliyor.
Taştan ve Ördek (2020) tarafından Türk üniversitelerinde Olağanüstü Hal'in akademik özgürlük üzerindeki etkilerine ilişkin son araştırmalara atıfta bulunan raporda, buna göre profesörler ve lisansüstü öğrenciler arasında korku ve otosansürün çok yaygın olduğu kaydediliyor.
Araştırmaya göre, akademisyenlerin yarısı (yüzde 49), olağanüstü hal kararıyla görevden alınma korkusu yaşadıklarını bildirdi: "Akademisyenlerin yüzde 54'ü yayınlarında, yüzde 57'si akademik etkinliklerde uzman bilgi ve görüşlerini paylaşmaktan çekiniyor. Katılımcıların yüzde 34'ü sınıfta, yüzde 31'i akademik yayınlarda ve okullarda, yüzde 32'si profesyonel toplantılarda 'Kürt sorunu', 'Ermeni soykırımı' ve LGBTQ + hakları gibi “hassas konulardan” kaçınmak için otosansür uyguladıklarını söylüyor. Yüzde 84'ü de sosyal medya paylaşımlarında hükümeti ve politikalarını eleştirmeleri durumuda intikam almaya maruz kalma endişesi taşıyor."
"Gözdağı arttı; akademisyenler eleştirel söylemden korkuyor"
Rapora göre akademisyenler, meslektaşları ve öğrencileri tarafından gözetim altında tutulacağından korkarak, sosyal ve politik açıdan önemli konularla eleştirel etkileşimden kaçınıyor: "Türkiye’nin akademik camiası şu anda ciddi şekilde felç olmuş durumda ve bu da kaçınılmaz olarak Türkiye'deki yüksek öğretimin geleceği ile ilgili endişeleri artırıyor. Akademisyenler arasında olduğu kadar profesörler ile öğrenciler arasındaki güven duygusu da siyasi baskı altında ciddi şekilde aşınmış görünüyor.
'Gözdağının artmasından' dolayı akademisyenlerin eleştirel söylemden kaçındığına dikkat çekilen raporda, "Olağanüstü Hal kaldırıldığından beri Türkiye’deki bilim adamlarının maruz kaldığı belgelenmiş insan hakları ihlallerinin sayısı görünüşte azalmış olsa da, bu bir rehabilitasyon işareti olarak değil, konsolide bir gözdağı olarak anlaşılmalı. Akademisyen, eleştirel söylemden ne kadar kaçınırsa, baskı ile karşılaşma olasılıkları o kadar az." deniliyor.
Yükseköğretim Kanunu'nda yapılan son değişiklikler eleştiriliyor
Raporda Türkiye'deki üniversite rektörlerine eleştiriler yöneltiliyor: "Rektörlerin eleştirel söylem ve sorgulamaya baskı yapması Türkiye'de yaygın bir olgu. Olağanüstü Hal'in başlangıcından bu yana, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından doğrudan atanan (ve istendiğinde görevden alınabilen) rektörler daha sistematik ve saldırgan hale geldi, eleştirilere karşı misilleme yapıyorlar."
Üniversite rektörleri, Temmuz 2019'da Barış Bildirisi'nin ifade özgürlüğünün meşru bir kullanımı olduğu yönündeki kararından dolayı Türkiye Anayasa Mahkemesi'ni kınayan sert açıklamalar yapmıştı.
Raporda, Nisan 2020'de Yükseköğretim Kanunu'nda yapılan son değişiklikler eleştiriliyor: "Bu değişiklikler, Türk makamlarının, okul dışında konuşma da dahil olmak üzere akademik özgürlüğün gerektirdiği asgari koşulları bile geri getirme niyetinde olmadıklarını açıkça ortaya koyuyor. Tam tersine, "genel ahlaka aykırı tutumlar" veya "terör olarak nitelendirilen faaliyetleri destekleme" gibi kasıtlı olarak belirsiz ifadeler içeren bir dizi kötü tanımlanmış disiplin hükümleri aracılığıyla, yeni mevzuat üniversite yöneticilerine muhalefeti suçlu saymak için genişletilmiş bir 'alet kutusu' sunuyor."
Dayanışma Akademileri'ne destek mesajı
Raporda, uluslararası eğitim camiasına, KHK ile üniversiteden atılanların 2016'da çeşitli illerde kurduğu 'Dayanışma Akademileri'ne destek verilmesi çağrısı yapılıyor: “Dayanışma Akademileri, özgür araştırma ve öğrenme için alternatif, 'tabandan' bir mekan oluşturuyor. Sivil toplumda yerleşik girişimler, çok çeşitli konuları ele alan seminerler ve çalıştaylara ev sahipliği yapıyor. Böylelikle, ihraç edilen akademisyenler, öğrenciler ve sivil toplum aktörleri arasında kritik bir alışveriş için çok ihtiyaç duyulan bir alan sunuyor. Küresel akademik topluluğu, ortaya çıkan bu girişimlerle bire bir ortaklıklar kurmaya çağırıyoruz."
Bu noktada akademik kurumların şu adımları atması isteniyor: "Türkiye’deki dayanışma akademileriyle ortak araştırma ve öğretim programları geliştirmek; Türkiye'de ikamet etmeye devam eden ihraç edilmiş akademisyenler için çevrimiçi öğretim fırsatları sağlamak; sınırlı sayıda ihraç edilmiş akademisyenlere rehberlik ve çevrimiçi bilimsel kaynaklara erişim sağlamak; Türkiye'deki akademik baskıdan doğrudan etkilenen lisansüstü öğrencileri desteklemek için akademik rehberlik ve çevrimiçi dil kurslarına ücretsiz erişim sağlamak."
Raporun sonuç bölümünde ihraç edilen akademisyenlerin hak arayışının sonuç vermediği şu ifadelerle eleştiriliyor: "Beş yıllık bir baskının ardından, bugün Türkiye'deki akademik özgürlük ve ifade özgürlüğü ciddi şekilde zarar gördü. Kampüslerde korku ve otosansür yayılırken, Olağanüstü Hal sırasında haksız yere ihraç edilen akademisyenler, görünüşe göre boşuna hala adalet bekliyor."
Raporda, küresel akademik camiadan ve dünyanın dört bir yanındaki yüksek öğretim liderlerinden, Türkiye'deki akademik özgürlükle ilgili endişelerini tüm platformlarda kamuoyuna açıklamaları, eleştirilerini Türkiye Yükseköğretim Kurulu'na (YÖK) iletmeleri ve Türk kurumlarıyla ortaklıklarının bir koşulu olarak akademik özgürlük konusunda tavizsiz ısrar etmesi isteniyor.