Mahkeme: İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi
Esas No: 2022/434
Türk Tabipleri Birliği Başkanı Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın Ekim 2022'de, öldürülen PKK'lilerin son dakikalarını gösteren, Fırat Haber Ajansı'na ait görüntüleri sosyal medyaya yansıması üzerine uzman kimliği ile katıldığı bir televizyon programında, görüntüleri incelediğini ve sinir sistemini hedef alan kimyasal gaz kullanıldığını düşündürdüğünü söylemesiyle başlayan hedef gösterme süreci sonunda gözaltına alındı ve tutuklandı. Fincancı, bu programda bağımsız heyetlerin inceleme yapması çağrısında bulunmuş, adli tıp uzmanı kimliği ile öneride bulunmuştu. Fincancı hakkında TMK 7/2 maddede düzenlenen terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan dava açıldı. Tutuklu olarak katıldığı ilk duruşma 23 Aralık günü İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.
Duruşma Öncesi
Çağlayan’da bulunan İstanbul Adliyesi’nin etrafı ve içi resmi giyimli ve sivil polis memurları ile sarılı idi. Ayrıca adliyenin önündeki geniş alan da barikatlar ile kapatılmıştı. Buna rağmen basın açıklaması yapıldı.
Duruşmadan önce Fincancı’nın avukatları talep etmesine rağmen adliyenin büyük salonu verilmemişti. Koridorda toplananlar, duruşma salonunun kapasitesi nedeniyle içeri gazeteci ve avukatların girmesi yönünde değerlendirmeler yapıyordu. Türkiye’nin dört bir yanından avukatlar, baro başkanları, doktorlar, tabip odaları başkanları, pek çok gazeteci ve insan hakları savunucusu gelmişti. Duruşmadan bir gün önce Fincancı’ya tebliğ edilen yazıyla savunma için en fazla 3 avukat sınırı getirilmişti. Duruşma başlamadan önce dayanışma için gelen baro başkanları tekrar salonun değiştirilmesi talebinde bulundu, fakat talep yine karşılanmadı. Nihayet duruşma başladığında pek çok kişi salona giremediği için dışarıda bekledi ya da salonun kapısının önünde kalabalık ve sıkışık bir şekilde ayakta beklemek zorunda kaldı. Duruşma salonunun izleyici sayısına göre çok küçük olması ve hava alınamayacak derecede boğucu olması savunmaların bir kısmına da etki edecekti.
Duruşmaya Dair
Av. Meriç Eyüboğlu’nun söz alması ile duruşma başladı. “En öncelikli talebimiz duruşmanın sağlıklı bir ortamda görülmesi, nefes alınmayacak bir ortam burası. Avukatlar giremedi, ayakta kaldı, tabip odası başkanları giremedi, gazetecilerin bir kısmı giremedi.”dedi.
Mahkeme heyeti bu talebi “Sanık sayısının bir olması ve müdafi sayısının 3 ile sınırlanmış olması nedeniyle” reddetti. ve “düzen konusunda karar verdik, duruşmaya geçiyoruz” diyerek Fincancı’nın savunmasını yapmasını istedi.
Bu kez Av. Özkan Yücel söz aldı. Savunmaya üç avukat sınırı getirilmesine ilişkin değerlendirme hukuki değerlendirme yaptı ve itiraz etti. Ceza Muhakemesi Kanunu’nda kıyas yapılamayacağını, propaganda suçu bakımından avukat sınırlaması düzenlenmesinin bulunmadığını belirtti. Ceza muhakemesine ilişkin bir kitaptan bir pasaj okuyarak, ‘yorum ve kıyas’ usulünün sınırlarını ortaya koydu. Kanunda avukat sınırlamasının ‘örgüt kapsamındaki suçlar’ bakımından bulunduğunu, yasanın ters yüz edildiğini, Mahkeme’nin kanun koyucu yerine geçerek kural koyduğunu, kararını gözden geçirmesini talep etti. Niyetinin yargılamayı uzatmak değil, heyete yardımcı olmak olduğunu, daha yargılamanın başında hukuka aykırı bir dayatmanın mevcut olduğunu belirtti.
Mahkeme heyeti kürsüden ayrılmadan müzakere etti ve savunmada üç avukat sınırının aynen devamına karar verdi.
Milli Savunma Bakanlığı(MSB)’nın avukatı da müştekiye ayrılan bölümde oturuyordu. Fincancı’nın avukatlarına yer kalmadığı için müşteki kısmına oturmuşlardı. Böylece MSB’nin vekili ile yan yana oturmuşlardı.
Av. Meriç Eyüpoğlu, duruşmada bulunan baro başkanlarının ve tüm meslektaşların da adının zapta geçirilmesini istedi. Başkan önce talebi anlamadı. Daha sonra zapta yalnızca üç avukatın ismin geçirmek istedi, fakat kısa bir tartışmadan sonra salondaki tüm avukatların ve baro başkanlarının adını zapta geçirmeyi kabul etti. Avukatlar tek tek adlarını söylediler ve zapta geçirildi, fakat duruşma salonu oldukça sıkışık ve bir kısım avukat kapı önünde dinlemeye çalıştığından isimlerde karışıklıklar yaşandı. Ayrıca duruşma öncesinde Türkiye’nin genelinden 750’ye yakın avukat yetki belgesi ile Şebnem Korur Fincancı’yı savunma niyetlerini ortaya koymuştu.
CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu, HDP milletvekilleri Filiz Kerestecioğlu, Züleyha Gülüm, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Hüda Kaya, Oya Ersoy, Necdet İpekyüz ve TİP milletvekili Ahmet Şık da duruşmaya gelmişti. İstanbul Baro Başkanı Av. Filiz Saraç, Diyarbakır Baro Başkanı Av. Nahit Eren , Van Baro Başkanı Av. Sinan Özaraz, İzmir Baro Başkanı Av. Özkan Yücel, TBB temsilcisi Av. Veli Küçük ve Av. Ali Bayram, Ankara Barosu YK Üyeleri, Yalova Barosu temsilcileri hazırdı.
Duruşmadan önce Milliyetçi Hekimler Derneği vekilinin suç duyurusu ve Milli Savunma Bakanlığı vekilinin davaya katılma talepli dilekçeler sunmuşlardı.
Şebnem Korur Fincancı’nın etrafını 9 jandarma askeri sarmıştı ve kimsenin iletişim kurmasına izin verilmiyordu. Av. Meriç Eyüpoğlu, müvekkilinin etrafının açılmasını ve müvekkili ile iletişim kurması için fiziki şartların yeterli hale getirilmesini talep etti. Mahkeme bu talebi de karşılamadı. Bu aşamada yeni bir gerginlik yaşandı.
Av. Meriç Eyüpoğlu: “Göremiyorum müvekkilimi, jandarma çekilsin!”
Başkan: “Yapacak bir şey yok.”
Av. Meriç Eyüpoğlu: “Müvekkil bizim yanımızda olabilir, bunu geçtik ama biz göremiyoruz bile, fiziki şartlar yeterli değil. 9 jandarma etrafını sarmış ve siz sorunların hiçbirini çözmüyorsunuz.”
Av. Veli Küçük: “ Sizi bile görmüyoruz.”
Başkan: “Bizi görmenize gerek yok. Ne yapalım jandarmayı çıkaralım mı?”
MSB vekili Av. Tuğba Kazancı: “Katılan vekili olarak biz sizi göremezken, vekil olmayanların talep etmesini anlayamıyorum.”
Av. Şevin Kaya: “Siz katılan vekili değilsiniz.”
Başkan Şebnem Korur Fincancı’nın kimlik tespitini yapmaya başladı. Devamında yasal haklarını hatırlatırken Fincancı’ya devamlı olarak “Sen” hitabıyla seslendi.
Av. Meriç Eyüpoğlu: “Müvekkilimize sen diye hitap edemezsiniz. Üç keredir söylüyoruz. Siz yeniden yazıyorsunuz kuralları. Burası bir kafe değil sohbet etmiyoruz, duymamış gibi yapamazsınız.” derken Başkan duymazdan gelip Fincancı’ya “sen” hitabıyla seslenmeye devam ediyor ve haklarını sayıyordu. Av. Meriç Eyüpoğlu’nun ısrarla bu şekilde hitap edemeyeceğini söylemesi karşısında “sen” hitabını sürdürdü.
Başkan: “Sanığa ne diyeceğiz? İsmiyle hitap edeceğiz.”
Av. Meriç Eyüpoğlu : “Sen diyemezsiniz.”
Başkan; “İtiraz edin o zaman. CMK 103’e göre uyarıyorumi duruşma düzenini bozuyorsunuz.
Sizden rica ediyorum sözümü kesmeyin, söz isteyin.”
Av. Özkan Yücel’in söz istemesi sonucu Başkan “Usulü olarak son sözü size veriyorum.” dedi.
Av. Özkan Yücel: “Bi kere şunda anlaşalım..”
Başkan: “Anlaşamayız!”
Av. Özkan Yücel: “Nezaket kurallarına uyalım, müvekkilimizin sanık olması ona nezaketsizlik yapmanızı gerektirmez.”
Başkan: “Biz onun başkanlığını yargılamıyoruz.” dedi ve bu andn itibaren Fincancı’ya “Siz” diye hitap etmeye başladı.
Neredeyse 1 saat süren bu tartışmalardan sonra nihayetinde Fincancı’nın savunmasına geçildi.
Şebnem Korur Fincancı’nın Savunması
“İddianameyi okudum, ifade tarzınızdan hakkımda zaten hüküm verdiğiniz duygusunu yaşıyorum. Ben zamanında sizin hukuk fakültenize hocanız olarak geldim, bana ‘sen’ diyemezsiniz hem yaş olarak hem kıdem olarak.”
Başkan ‘estağfirullah’ dedi.
Fincancı devamla, “Avukatlarım defaten başvurdu. İstanbul’a getirilme şartlarım hakkında. 64 yaşındayım, sağlık sorunlarım var. Sevk araçlarına tanıklık ettim, insan hakları savunucusu olarak gözlemledim. ‘En rahat araçla getirdik’ dediler. Fıtığım var, ağrım var bugün.
Sizin savunma dediğiniz benim beyan dediğim şeyi istediğim gibi yapma olanağımı elimden almışsınız. Ben elimde silahı olan biri miyim? Benim silahım kalem. Hangi gerekçe ile 5 saat boyunca kelepçe ile yolculuk yaptım ben? İnsanlık onuruna aykırıdır bu, bunu kayda geçin.”
Bu sırada yüzündeki tıbbi maskesini çıkardı, mikrofonu yaklaştırdı.
“Bugün içinde bulunduğum ilginç duruma ilişkin beyandan önce teşekkür etmek istiyorum. Yıllardır yaşamak zorunda bırakıldığım yargılamalarda, soruşturmalarda, avukatlıkta ısrar eden, avukatlarıma teşekkür ederim. 20 yıldır Meriç Eyüpoğlu avukatlığımı yapıyor, yılları birlikte geçirdik, savcı ifademi alırken artık yorgunluğun üzerime çöktüğü saatlerde bana hatırlamadığım kitaplarımı ve yayınlarımı hatırlatan avukatım var diye şanslıyım.
Hakikat bükücülük, yargıyı ve kamuoyunu olumsuz etkileme çabası, hukuku koruma çabalarına rağmen, tutukluluğa itiraz metni derslerde okutulmalı, bu bir romanı hatırlattı bana, (bir pasaj okudu) Sokrates'in savunmasının başında söyledikleri gibi beni suçlayanların üzerinizdeki etkisini bilmiyorum ama ben kim olduğunu unutmadım.
Devletin başına musallat olan at sineği olmaya çabalıyorum. Bu yaşıma kadar bir yurttaş, bir hekim, insan hakları savunucusu, adli tıp uzmanı olarak ödevlerimi yerine getirmeye çalıştım. Hekim kimliğim ile başlamam lazım. Hocam söylemişti, adli tıp uzmanı olmamı önerdiğinde Spinoza’nın dediği gibi “ıstırap görüldüğünde son bulur”. Ben de ıstırabı görünür kılmaya çalıştım. Kimliği gözetmeden.
Bilimsel meslek örgütümüz olan Adli Tıp Uzmanları Derneğimiz’in kurucu olmanın, adli tıp bülteninin yayın hayatına başlamasının öncülerinden olmanın onurunu yaşıyorum.
Devletlerin işlediği suçların görünmez olduğunda adli tıpı keşfetme imkanı buldum. Termal kameraya dair dünyada bir ilk, yaptığımız son çalışmamız.
Zorunlu emekliliğim nedeniyle resmi araştırmalarım sona erdi. İnsan hakları savunucusu kimliğim ile görünür kılma çabam hep cezalandırıldı. Bugünkü tablo bu değerin bir yansımasıdır.
BM İşkenceye Karşı Sözleşme’nin hazırlanmasında emeği olan Veli Lök ile çalışma fırsatı buldum. İnsan hakları için hekimler ile Bosna’da çalıştım, ıstırabı görünür kılmak adına.
İstanbul Protokolü çalışmasında yazarlarından biri oldum. 2022 güncellemesinde TİHV adına editör oldum. IRCT ile tüm dünyada eğitimler verdik. İsrail’de de işkence raporlarını yazdım, etkileri oldu. Bahreyn'de otopsi yaptım, ailesinin ızdırabını dindirecek öteki göz oldum. Gözaltında fenalaşıp yolda öldüğü iddiası ile getirilen bir genç defin için hazırlanırken ailesi tarafından çekilen videosu geldi bize, ardından hastane kayıtlarına ulaştıktan sonra işkence tanısı koyduk.
Adli tıp bildiğini söyleyen savcıya ve o iddiaları benimseyen hakimlere, Almanya’dan dönmeme rağmen kaçma şüphem olduğuna karar verip tutuklayan size sözüm. Yıllarımı verdim adli tıpa. Kimyasal zehirlenmeler konusunda çalışmalarım varken bilimsel bir tartışma yerine linç girişiminde bulunanlara (bu esnada Başkan Fincancı’ya ‘oturabilirsiniz’ dedi,) bilim felsefesi ve bilimsel bilgi süreciyle açıklık getireyim.
Nesnel gerçeklik. Akılcılık kesinliğin olanaklı olmadığı durumlarda, olasılığı en kuvvetli görüşe ağırlık verme ifadesi. ‘Makul şüphede olasılık yüzde 40, 2.basamak yeterli delil kavramı yüzde 51, 3.basamak açık ve ikna edici delil yüzde 60, 4.basamak kuvvetli delil tartışılmaz’ deriz.
İddiaların bağımsız ve nesnel ölçütlerle tartışılması zorunluluktur. Başkasına zarar verme hali tanık olanları da incitir. Kant’ın savunduğu aklın yerine akıldışılığa kayıtsız temsiliyet gösteriliyor şuan, hakikat dışılık.
Kavramları sakatlanmamış bir hakikat bilimini siyasetine de ihtiyacımız var. Her şey boyunduruk altında kalmışsa her şey yitirilmiş demektir. Devletin işleyişine koşulsuz bağlılık yemini edemem.
Devlet adını verdiğimiz aygıt, siyasi otoritenin emelleri doğrultusunda erki kötüye kullanabilir. İnsanlık tarihi ona karşı mücadelenin tarihidir. Bize düşen sorumluluk bu erkin kötüye kullanılmasının engellenmesi için tedbir almak. Meclis görüşmelerini veren TV kanalı koğuşumdaki TV’den kayboldu, ne konuşuldu izleyemedim ama bildiğim kadarıyla, TTB meslek örgütlerinden sadece birisi. Bugün de meslektaşlarımın oyları ile yönetim üstlendik. Tıbbı görüşüm ileri sürülerek TBB kriminalize ediliyor. Devlet tüm kurumları ile bir suç yapılanmasına dönüşebilir. Bunun önündeki engel yurttaşların toplum olma ısrarı ve sorumluluğu denetleyici örgütlerdir. İnsanlığa dair suçlar ve ihlaller adli tıpın çalışma alanıdır. Alanımızın sınırlandırılması ve kriminalize edilmesi kabul edilemez. Aciller başta olmak üzere adli olgular ile karşılarız ama etrafından dolaşırken fark etmeyiz.
İstanbul Üniversitesi’nde kurduğumuz adli tıp polikliniği ilk oldu, buralarda yapılan tıbbi değerlendirmeler çok önemli oldu. Güç dengesizliği adli tıbbın en zor alanıdır.
İstanbul Protokolü’nü yazarken kullandığımız Minnessota Protokolü, programda referans verdiğim belgelerden biri. Dolaylı deliller kullanılabilir devletlerin işlediği iddia edilen suçların devletlerden bağımsız araştırılması için. (bu sırada katip yazıcıdan uzun bir çıktı alıyor) O yayında da andığım BM’nin belgesi.
Video ve fotoğraflar, Leiden Üniversitesi’nin bir çalışmasına göre bilgi kaynağı ve tanık delilinden daha itibar edilebilir diyor. Günümüzde sosyal medya ve YouTube gibi mecralar soruşturmacılar için önemli bir bilgi kaynağı, bu materyallerin doğruluğu sayesinde etkili soruşturma yürütülür.
Programda konuşma içeriğim 7 dk, bu konuda yetkin bir adli tıp uzmanı olarak bana sorulan sorulara verdiğim yanıt. Kısa yayında ön tanıdan söz ediyoruz. Videoda karanlık bir ortamda kişilerde belirtiler gösteriliyor, aynı ortamda etkilenmemiş yardım edenler var, gaz formunu düşündürüyor ve etkilenenlerin birinin ağzından kanlı köpük görüntüsü. Solunum yoluyla alınmış akciğere, kasılmalar gözlemleniyor. Aynı ortamda bulunanlara farklı etkiler olabilir süre vs. nedeniyle. Tıbbi olarak olasılık dengesi ile yüzde 51’e ulaştığında o etkenin türü ve sorumluların saptanması için etkili soruşturma yapılmalı.
Savcının bilgi eksikliği, belli ki bir zehirli gaz kullanılmış durumda, sonuca ulaşmam bir ön tanıdır. Çünkü devamında otopsi ile etkili belgeleme ve olay yeri incelemesi kimyasal etki saptanmazsa bunun yasaklı olup olmadığı, etkinin türü ve hangi yolla olay yerine kim veya kimler yoluyla ulaştırıldığını saptamak olanaklı değildir. Ön tanıya ulaşmak için etkili ve bağımsız bir çalışma gerekir. MSB bağımsız olmayan bir soruşturma yapıyor şuan. Yayında da söz ettiğim BM kılavuzuna uygun soruşturma olmalı.
Mesleki birikim ve deneyim ile 1-2 dakikalık videoyu izleyip programda konuştum. 35 yılı aşkın deneyim ve bilgi birikimim var. Geçici rapor dediğiniz raporlar, ek veriler ile desteklendiğinde kati rapor olarak yanlış olarak kullanılıyor. Geçici ya da kati olmaz adli tıp raporu. Adli tıpta ne ‘asla’ ne ‘daima’ vardır. Savcının teşhis koyduğuma dair tanımlaması bilimdışı bir yaklaşım.Bilimsel bir değerlendirmenin suç olarak tanımlanması insan hakları savunucusu kimliğim ile örtüşmüyor.
Haklara sahip olma hakkı, yayın organının kim olduğundan bağımsız, kimin aradığı ile yayının politik çizgisi ile ilgilenmiyorum.
Etienne Balibar ‘ın ‘Aydınlar ve uzmanlar seslerini yükselterek suçları duyuyarak devleti zayıflatıyor diye suçlanıyor, aksine yurttaşlık görevini yerine getiriyorlar, asıl yasalara uyulmaması devletin meşruiyetini zedeler.” diyor
Nilgün Toker, yurttaş sorumluluğu ve bilim insanı sorumluluğunun birbiri ile ilişkisini anlatır. Bilim insanının daha geniş sorumluluğu, yurttaşlık tanımının içerdiği ifade özgürlüğü ile de sınırlandırılamaz.Bilim insanının kamuya konuşması farklıdır.
TTB MYK başkanlığı nezdinde diğer kimliklerinden arındırılması girişimidir bu. Bu sorumluluk bizleri diğer kimliklerimizden azade kılmıyor. Örneğin 2. başkanımız Ali İhsan Ökten beyin cerrahı ve devam ediyor, bu kimliğinden arındırılmış değil. Beni de adli tıp uzmanı kimliğimden arındırmak mümkün değil. TTB başkanlığı kimliğimi sunmak diğer varoluşlarımı yok saymak değil.
Breht’ten alıntı ile son vereceğim. Hekimlik insana dair, insanı tüm zararlı etkilerden koruma çabası. İnsanlık onuruna yönelik ihlallere karşı korumaya, zehir akıtan fabrikalardan korumaya, savaşların, iklim değişikliğinin etkisini, halk sağlığına zararlı olana karşı olan yaşam biçimini suça çevirme çabası beyhudedir. Nazım Hikmet'in dediği gibi “Yaşamak ciddi bir iştir.”
Fincancı’nın savunması sonrasında Başkan dosyay gelen evrakları okudu. Şikayet dilekçeleri, diğer dava dosyaları, dijital materyallere dair inceleme sonuçları ve benzeri evraklar kaydedildi. Bunlara karşı Fincancı’dan diyecekleri soruldu.
“Ben bu suçlamaları ve aleyhe olanları kabul etmiyorum. Savcılık ifadesinde yorgundum. Sabaha karşı evimden alındım Ankara’ya götürüldüm ve ertesi sabah da ifade alındı.”
Milli Savunma Bakanlığı’nın Katılma Talebi
MSB vekili söz alıp yazılı olarak katılma talebinde bulunduğunu belirtti.
Katılma talebine ilişkin iddia makamından diyeceği soruldu ve katılma talebinin reddine karar verilmesi iddia makamı tarafından talep edildi.
Fincancı’nın avukatları bize de bu konuda diyeceğimiz sorulmalı dediler. Başkan bu konuda sanık avukatlarına söz vermeyeceğini söyledi. Av. Meriç Eyüpoğlu bunun gerekçesini sorduğunda “Gerek görmüyorum” dedi.
Fincancı, mütalaaya katıldığını ve MSB’nin zarar görme ihtimalinin bulunmadığını belirtti.
Av. Meriç Eyüpoğlu yine söz alarak: “Suçtan zarar görme ölçütü var ve dar yorumlanıyor, örneğin TTB üyesi hekimin öldürüldüğü bir dosyada TTB’nin katılma talebine ilişkin ret kararları veriliyor, benzer pek çok olay var. Burada ise terör örgütü propagandası suçundan bir yargılama söz konusu. Katılma talebi enteresan. Siz de ilk kez görüyorsunuz muhtemelen. Ayrıca gerek yok dediniz, hukuken mümkün değil. Ortada bir suç olmaması ve tarafın bu suç nedeniyle bir zarar göreceği durum yok. Mütalaaya sonraki mütalaalara katılmak arzusu ile katılıyoruz.” dedi.
Ara karar ile, MSB’nin davaya katılma talebi reddedildi. Sanık avukatları MSB vekilinin salondan ayrılması gerektiğini belirtti. Başkan da MSB vekili Av. Tuğba Kazancı’ya salondan ayrılmasını söyledi. Buna cevaben MSB vekili katılma talebinin gerekçesini sunmak istediğini söyledi. Sanık avukatlarının itirazları ile salonda bir süre karışıklık yaşandı. MSB vekili “Biz herkesi dinledik, şimdi de gerekçemizi sunalım, MSB asılsız iddialara maruz kaldı” demesi ve Başkan’ın MSB’nin katılma talebinin reddi sonrası MSB vekilini salonda çıkarma konusunda isteksiz olması nedeniyle yaşanan tartışma, MSB vekilinin salondan çıkması ile son buldu. Böylece Fincancı’nın avukatlarının savunmalarına geçildi.
Fincancı’nın avukatlarının savunmaları
İlk sözü Av. Gulan Çağın Kaleli aldı: “Müvekkilimiz Rosa Lüksemburg Vakfı’nın düzenlediği konferans için Almanya’da bulunduğu sırada 20 Ekim 2022 günü Türkiye’de kimyasal silah kullanımına ilişkin iddialara dair haber programından davet geldi. Neden müvekkilim davet edildi? Kendisi de az önce dile getirdi, adli tıp alanında uzun yıllardır deneyime sahiptir. Bu iddialara karşılık Türkiye’de ilk başvurularan kişilerden.
TMK 7/2 (Terör örgütü propagandası yapmak suçu) ifadesi alındıysa da müvekkilin hangi sözlerinin bu bağlamda tartışıldığına dair bize bilgi verilmedi.
O programda bağımsız heyetlerin olay yerinde inceleme yapması ve otopsinin Minnesota Protokolü’ne göre yapılmasının altı çizildi. Bu kısım savcılıkça çelişki olarak değerlendirilmiş. Savcının kendi duygusal manzumesini yazdığı bir dava ile karşı karşıyayız.
Bu dosya neden böyle özensiz? Süreci anlatarak gideceğim.
Müvekkil 19 Ekim’de Almanya’da idi. 20 Ekim’de programa katıldı. 20 Ekim’de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu müvekkilimize hakaret edip, hedef gösterdi. Süleyman Soylu, ‘örgüte koruma sağladığınız’, ‘ihanet çetesi mensubu gibi’, ‘TTB’nin, içinde Türk ismi olan kurumun başında müfteri var’, ‘Ülke ve millet düşmanı’ ifadelerini kullandı.
23 Ekim’de Devlet Bahçeli hakaretler yağdırdı ve yargıya açıkça talimat verdi, “TTB kapatılsın, başkanı hesap versin” dedi.
24 Ekim’de ise Cumhurbaşkanı “TTB başkanı ile ilgili yargı harekete geçmiştir.” diyor. Biz müdafiler olarak savcılıklarda araştırma yaparken devlet yetkilileri tarafından hedef göstermeler yapılmakta idi. MSB’nin suç duyurusunda bulunması ile birlikte fark ettik.
Cumhurbaşkanı kabine toplantısında “TTB isminin üzerinde yasal düzenleme ile değişiklik yapacağız.” dedi.
25 Ekim’de Devlet Bahçeli “Kimyasal silah kullanıldığını şerefsizce dillendirenler, alçaktır düşman safındadır, teröristtir, kansızdır. Vatandaşlıktan çıkarılsın ve vatansızlığa mahkum edilsin.” dedi.
25 Ekim’de Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar “Alçakça bir iftiradır.” dedi. En son meclis konuşmasında ise araştırma yapıldığını ve rapor yazıldığını ifade etti.
27 Ekim’de Adalet Bakanı Bekir Bozdağ “TTB, terör örgütlerinin ağzıyla konuşuyor.” dedi.
19 Ekim’de başlayan süreç 26 Ekim 2022’de müvekkilin gözaltına alınmasıyla devam etti. Biz bu süreçte dosyaya ulaşmaya çalıştık. Müdafiler olarak 21 Ekim’de dilekçe sunduk, “Müvekkilimiz Türkiye’ye geliyor, ifade vermeye hazırız” dedik. Savcı dosyanın suretinin verilmesine, kayıtların alınmasına ve ifade alınması işlemine ilişkin talebin bilahare değerlendirilmesine karar verdi.
Herşeye rağmen sabaha karşı gözaltına alındı ve ev araması yapıldı. Bu karara neden gerek duyuldu? CMK 91/2 md. çok açık. Zorunlu hal ve somut hal olmalı. Savcının verdiği gözaltı kararı, üst düzey yetkililerin açıklama yaptığı ortamda bağımsız olamaz.
Gözaltı sırasında, her aşama naklen yayın yapıldı, gözaltında iken saat 2’de müvekkil ile görüşmemiz bitti, 5’te müvekkil savcılık ifadesi nezarethaneden çıkarıldı. Hangi savcı saat 6’da ifade almaya hazır olur. Bağımsız olduğu nasıl söylenebilir?
Müvekkilin İstanbul’dan Ankara’ya getirilmesinden sonra alınan emniyet ifadesinin ardından 3 saat dinlenmesi ve hemen ardından savcılık ifadesinin alınması CMK 141 md.ye aykırı bir işlem. Bu alınan ifadeler insanlık onuruna aykırı koşullarda alındı. Müvekkil, mücadelenin bir parçası olduğu alanın ihlali mağduru haline getirildi.
Soruşturma evresinde, kolluk ifadesinde TCK 301 md ve TMK 7/2 md.den ifadesi alındı, tutuklama kararı ise TMK 7/2 md.den devam etti. TCK 301 md. için bakanlık izni şarttır. Savcılık gerek duymadı. Müvekkil 2 aydır tutuklu. Bu kez savcılık, tutuklamaya sevk talebi yazısını kopyalayıp iddianame yapmış.
Bu dönemde dosyalar algı ile açılıyor. Biz TMK 7/2 md. anlamında tartışacak bir şey bulamıyoruz. İddianamede illiyet bağı yok. Siz de sormadınız, hangi ifadeler TMK 7/2 md kapsamında bilmiyoruz.
İddianamede Medya Haber ve ANF(Fırat Haber Ajansı) tartışılmış. Müvekkil ile arasında kurulan bağ yok.
‘Medya Haber’de programa katıldı, geniş kitlelere yayıldı ve propaganda oldu’ demiş savcı.
Ankara 7. Sulh Ceza Hakimliği tarafından kısıtlama kararı verilmiş, demekki kolayca ulaşılabilecek bir kanal değil. Geniş kitlelere yayılan bir sözün etki alanının olamayacağına dair bir kararı Ankara vermiş ve bu kararı savcı kendisi dosyaya koymuş.
Medya Haber sunucusunun Türkiye’de arama kaydının bulunduğunu koymuş. Müvekkilim yıllarını insan hakları mücadelesine vermiş, hangi haber kanalı kimdir, bununla mı ilgilenir yoksa bir halkın haber alma hakkı ve doğru bilgiye ulaşma hakkını mı savunuru? Cezaların şahsiliği ilkesini unuttuk mu?
Savcının tutuklama sevk yazısı objektif olmayan duygular manzumesi. ‘Adli tıp uzmanı kimliğine yaraşmayan’ demiş, Türklük kavramıyla toplumu ayrıştıran siyasiler gibi.
Sulh Ceza Hakimliği ise dosyadaki belgeleri sıraladı sadece. Medya Haber’in bütün haberlerinin konuşmalarını deşifre etmiş. Bütün haberleri sıralamış ama elimizde müvekkil ile ilgili hiçbir şey yok. Dosyadaki 2 rapor bu.
Müvekkil neden 2 aydır tutuklu? 2 ay boyunca sadece tutuklama sevk yazısı kopyalayıp iddianame yapıldıysa tutuklama tedbiri nesnel midir?
Sulh Ceza Hakimi itirazımızı değerlendirirken, kalıp cümleler ile kararlar verdi. Aynı hatayı siz de yaptınız, katalog suç dediniz. TMK 7/2 md.katalog değildir. Bu özensizliğin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini belirttik ve siyasilerin hedef gösteren söylemlerine dair suç duyurusu yaptık. CMK 160/2 md.ye göre savcı delilleri toplarken sanığın lehine ve aleyhine delil toplar ve şüphelinin haklarını korur. Tek bir lehe delil yok dosyada. 108 sayfalık rapor yazılan ANF ve oraya çıkmanın kendisinin propaganda olduğunu söyleyen savcılık kendisini kaybetmiş ve yine bir ANF haberine başvurmuştur.
Müvekkilin adli tıp alanındaki çalışmalarını koyduk. 7 dakikalık programdan 5 kelime seçilmiş. CMK 170/4 md. uyarınca iddianamenin usule uygun olduğuna ve illiyet bağının kurulduğuna karar verip duruşma günü verdiniz.
TTB merkez konsey üyeleri hakkında açık kaynak araştırması yapılmış, bu dosya ile ilgili nedir? Savcı dava açıldıktan sonra da durmuyor. Olayı kişiselleştirdi. Hukuk mantığını yitirdi. Aynı savcı 26 Ekim günü TTB’nin görevden alınmasına ilişkin Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde davaname hazırladı.
Müvekkilimin sosyal medya hesabına ilişkin araştırma yapılmış. 2018 yılında Anayasa Mahkemesi PVSK’da düzenlenen sanal devriye işlemini KVKK bağlamında iptal etti. Savcılık kararına gerek vardır sanal devriye için. Burada savcılık kararına gerek duymadan devam ediyor. Savcı sadece müvekkilin katıldığı programa dair internet araştırması istemiş ama bununla birlikte tüm sosyal medya hesapları hakkında araştırma yapılmış. Ayrıca bugün gördük, tüm MYK üyelerinin araştırması yapılmış. Dosyadan el çekmiş olan savcı, taraf gibi devam ediyor, keşke katılma talebinde kendisi bulunsaymış.
CMK 134 md. kapsamında, ev araması sırasında materyallere nasıl el konur? Kopyası alınması gerekir, bir sureti alınır. Usule aykırı yapıldı. Ve hükme esas alınamaz, CMK 284 md.kapsamında mutlak bozma nedeni.
Müvekkil ‘güvenli sıradanlığı’ reddetti. Cesaret gösterdi. Tahliye talep ediyoruz.”
Bu sırada jandarmaların müvekkilin önünü kapatmasıyla ilgili Av. Meriç Eyüpoğlu tekrar itiraz etti. Duruşmanın saatlerdir sürdüğünü, güvenlik endişesi kalmadığını ifade etti. Başkan bu kez kabul etti ve jandarmanın oturması için sandalye getirilmesini emretti.
Av. Meriç Eyüpoğlu savunma için söz aldı:
“Bugün dikkatinizi çekmek istediğim madde AİHS 18.md. Bu madde Türkiye’de çok bilinmiyordu, kısıtlamalar öngörüldüğü amaç dışında kullanılamaz. AİHM kararları ışığında konuşalım. Azerbaycan’a karşı Jafarov başvurunun ismi, hükümete yönelik çeşitli eleştirileri nedeniyle cezalandırılıyor. İspat standartları açısından ülkedeki genel atmosferin dikkate alınması gerek.
(Bu sırada jandarmalara sandalyeler geldi, yerleşmeleri sırasında bir dağınıklık yaşandı, mübaşir ise telefon ile ses ya da görüntü kaydı aldığını düşündüğü kişileri uyardı.)
AİHM kararında ülkede belli bir yaklaşıma ve faaliyetlere yönelik katılaşan uygulamalarına dikkat çekti. Vatan hani ve casus gibi siyasi söylemler sonrası gelen tutukluluk ile özgürlüklere ilişkin bir karar verdi. AİHM 18 md. için Türkiye’ye karşı Selahattin Demirtaş kararını verdi.
Bizim karşı karşıya olduğunuz durum da bu, Cumhurbaşkanından başlamak üzere ardı ardına açıklamalar yaptılar. Vatan hainliği gibi ithamlarda bulunuldu. Sonra da tutuklama süreci yaşandı. Daha dün aslında RTÜK, program sunucusunun mimikleri ile suç içmediğine karar verdi.
Her gün sosyal medya açıklamaları nedeniyle tutuklamalar yaşanıyor. En ufak itirazın tahammül görmediği siyasal iklimdeyiz. AİHM’in işaret ettiği gibi, 18. maddenin tipik ihlallerinden biridir bu olay.
Müvekkilim kim olduğunu kendisi söyledi. Ne kadar anlatsak eksik kalır. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği tanımı var. BM Evrensel Bildirgesi’nin kabulunden sonra hak ihlallerinin merkezinde devletlerin olduğu tespitiyle insan hakları örgütleri kuruldu. İnsan hakları savunucularının korunmasına ilişkin BM düzenlemeleri var. Devletten bağımsız, devletlerin ihlallerini kendi topraklarındaki ya da başka yerlerdeki ihlallere itirazı olan ve ortaya çıkarmaya çalışan kişiler bunlar.
Müvekkil TİHV başkanlığı yaptı. TİHV, İşkence başvurularını alan, tedavi ve rehabilitasyon veren bir vakıf. Bu duruşmayı takip etmek üzere gelen sivil toplum örgütleri var. Hak İnisiyatifi derneği, Helsinki Yurttaşlık Derneği, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, İnsan Hakları Gündemi derneği, İnsan Hakları Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı duruşmayı izlemek üzere yönetim kurullarından karar alıp izlemeye geldiler.
Bu salonda yaşananlara, sesin duyulamamasına, havasızlık gibi şeylere itiraz edeceğiz hepsi AİHM konusu olacak.
Bu süreçte 102 tane mektup gönderilmiş, yurtdışındaki hekim örgütleri tarafından.
Şebnem ile birlikte çalıştıkları için dayanışma halinde olan kişiler olarak, bilgi sahibi olarak kefil olduklarını ifade ediyorlar. TTB başkanlığı geçicidir hak savunuculuğu ise kalıcıdır.
Müvekkil gözaltına alındı, Ankara’ya götürüldü. Yetki meselesinin tartışılması gerekir.
Müvekkil insan hakları aktivisti olarak programa bağlandı. İddianamede temel isnat Medya Haber’in yayın çizgisidir. Ne söylediği değil, ‘Medya Haber nedir’ yazıyor. BM belgelerinde de devletten bağımsız olmalı diyor insan hakları savunucusu, başvuran kişilerin ne olduğu ile ilgilenmiyor, insan hakları savunucusu ve hekimlik tarafsızlık vaaz eder. Hangi yayına bağlandığından hareketle yargılama hukuk dışıdır.
Müvekkil neyi, neden söylediğini anlattı. Yüzlerce davada burada olanı görüyoruz. Terörle Mücadele şubeleri savcı yerine geçip kanaat belirten araştırmalar yapıyor. Burada da klasörler dolusu evrak var. 108 sayfalık bir rapor var dosyada. Anahtar cümle sonunda, ‘sonuç olarak Kandil tarafından planlanan iddialar, Avrupa'daki ajanlar, sonra yurtiçinde, bu noktada Şebnem devreye girerek örgütün istediği şeyleri söylemiş.’
AYM kararı var bir tane, Barış İçin Akademisyenler yargılama sürecinde AYM kararı verilmişti. Füsun Üstel kararında ifade özgürlüğü olarak nitelendirilmesi gerektiğini belirtti. O kararda Sırrı Süreyya Önder ve Ayşe Çelik kararları, yakın tarihli, sırf terör örgütünün ideolojisi ve görüşlerine benzerlik gösterdiğinden bahisle suç sonucuna varılamayacağını, söylüyor. Ama burada neredeyse kararların tamamı görüşlere benzerlik üzerinden kuruluyor. Adı üzerinde görüş, düşünce ifadesi. TMK 7/2 maddesindeki suçun unsurları oluş mudur tartışması bile zul.
Dilekçelerimizde kararlar var, herkes ayakta olduğu için uzatmayacağım, söylemeyeceğim.
Müvekkilin söylediğinden çok daha ağır ifadelerin dahi, AYM ve AİHM tarafından ifade özgürlüğü altında değerlendirildi.
Peki biz niye buradayız? Daraltalım ve yakından bakalım. Kimyasal silahlar konusunda çalışmaları, ağır insan hakları ihlalleri üzerine çalışmaları varken, yurtdışında konferansta iken, meslektaşları ile birlikte söz konusu videoyu izliyor. Beraber değerlendirme yapıyorlar, yani hekimler vaka değerlendirmesi yapıyor. Yayında ise gördüklerini söylüyor, bundan hareketle ön değerlendirme yapıyor, bunun ileri araştırılması gerekir diyor. Tanı için yerine gitmek lazım, otopsi lazım, maddelerin incelenmesi lazım, kesin kanaat için neyin ne olduğunu ortaya çıkarmak için derin inceleme yapılması lazım. Görüntülerden hareketle yaptığı ise ön tanı.
“Kimyasal toksik gazlar kullanıldığı görülüyor” ifadesi ile suçlanıyor devamında söylüyor ama yerine bağımsız heyetlerce inceleme yapılması lazım, diyor. Müvekkilin atıf yaptığı sözleşme Cenevre Sözleşmesi, çok eski, Kanun da düzenlenmiş 4238 sayılı kanun, denetim mekanizması öngörüyor sözleşme, kimyasal silahları yasaklama örgütü mevcut.
Müvekkilim dediği ise ‘Ölümler varsa Minessota Protokolü’ne uygun otopsi yapılsın’. Cenevre Sözleşmesi’ne göre yapılması gerekeni söylüyor. Denetim mekanizmasını harekete geçirecek olan devletler. Alanın uzmanı olarak değerlendirme yapmış, mahkemeniz ve iktidar beğenmiyor olabilir. Tutuklanacağını göre göre Türkiye’ye geldi bu rüzgarın devamında. O kadar başından belliydi ki. Onun için AİHS 18 md. dedik.
Hak kullanımı var burada, ceza verilemez, ifade özgürlüğü, müvekkilin konumunu anlamak önemli. Mesleki olarak alanında uzman olan bir kişinin değerlendirmesinden söz ediyoruz. AYM, AİHM söylüyor bunu, akademik özgürlük bu, bilimsel özgürlük, bu ifade özgürlüğünün parçası.
Yargı bilimsel ifade özgürlüğünün sadece üniversitelerdeki akademisyenlerin olduğunu düşünüyor ve yine imtiyaz talebi gibi yanlış değerlendiriliyor. Yaygın bir yanlış. Bilimin özgür olması ve yayınlar yapılması, kurumsal özgürlüğü de içeriyor. YÖK ile tartışmalar boşuna değil.
Burada ise AİHM’in akademik özgürlük ile ilgili verdiği ilk ihlal Türkiye ile ilgili. AİHM literatürü gelişmiş Türkiye sayesinde. İçtihat çerçevesi oluşmuş.
2014’te AİHM’in verdiği Mustafa Erdoğan kararına göre, başvurucu üniversitede değil, emekli olmuş, yazılarında AYM kararını eleştiriyor, AYM üyelerine ilişkin eleştirileri nedeniyle kendisine ceza veriliyor. AİHM, tartışırken bu özgürlük akademik ve bilimsel araştırma ile sınırlı değil, akademisyenlerin görüş ve fikirlerini de kapsamaktadır. Eleştirileri de kapsar diyor.
AYM kararı var bir de, uzmanlıktan bahsediyor. Akademik özgürlükler, Türkiye ve dünyada devlet ve toplum alanına ilişkin çalışmalarını ve fikirlerini toplum ile paylaşabilmesinde kuşku yoktur.
Tartışmalı olsa ve rağbet görmese de korunmalıdır. Kendi mesleki yeterlilik alanı dışında bile olsa akademik özgürlüğün korunması altındadır.
Müvekkilin hak kullanımı nedeniyle koruma altında olması gerekirken, tutuklandığına tanığız.
İnsan hakları savunuculuğu ve hekimlik mücadelesini birlikte yürüttüğü açık. TTB başkanlığına ilk seçildiği zaman Cumhurbaşkanı, ‘bir terörist seçildi’ demişti. Karşı karşıya kaldığımız nokta sadece müvekkilin kimliği ile ilgili değil. Onu aşan bir şekilde mesaj veriliyor hepimize, ‘itiraz etmeyin egemen sözün dışında söz kurmayın, kim olduğuna bakılmaksızın hak ihlalleriyle dolu gözaltı süreçleri yaşanır ve tutuklanırsınız’ diye gösteriliyor müvekkil şahsında tüm topluma. Gördük bu mesajı ama kabul etmiyoruz, mahkemenizle yürüttüğümüz diyalogdaki başarısızlık bu salona mahkum edilmemize, 3 avukat sınırlamasına, görüşme taleplerimizin reddine rağmen müvekkilimizi alıp gitmek istiyoruz, bu tutuklama çok haksız.”
Bu kez Av. Hülya Yıldırım savunma için söz aldı ve tutukluluk koşullarının neden oluşmadığına ilişkin beyanda bulundu.
“Bu yargılama tüm topluma yönelik bir baskıdır, burada olanlar ifade özgürlüğüne sahip çıkmak için de buradalar.
TTutukluluk halinin devamına ilişkin Mahkemeniz kararında katalog suç, kuvvetli suç şüphesi, kaçma şüphesi gerekçeleri olduğu, söylendi. Tutukluluk halinin devamının orantılı olduğunu ve ölçülü olduğunu belirttiniz.
Kuvvetli suç şüphesine dair AYM Can Dündar kararına baktığımızda, inandırıcı bilgi ve belge olması gerekir. Dosyadaki hiçbir bilgi belge bu derecede değildir.
Müvekkilimizin Medya Haber kanalında beyanda bulunması iddiası bir olgu olarak sunulmuştur. Tüm bu olguları TMK 7/2 md. kapsamında kuvvetli suç şüphesi olduğu değerlendirilmiş.
2013 yılında değişiklik TMK 7/2 maddede değişiklik yapıldı. Kanun değişim gerekçesinde AİHM kararlarına atıf yapıldı. TMK 7/2 maddeyi tartışırken AİHM içtihatlarına bakmak zorundayız. Suçun maddi unsurları bir ifadenin, bir şiddet eylemiyle açık ve yakın ilişkisi olduğu, etkisi olması gerektiği, terör bağlantılı mı, yani illiyet bağı var mı, tek tek incelemek zorundayız.
Müvekkilin değerlendirmesi var ortada. TMK 7/2 maddedeki suçun kast ile işlenmesi gerekir. Müvekkil neyi, ne amaçla söylediğini beyan etti. Atılı suça ilişkin herhangi bir kasıt yok.
Unsurları oluşmayan suçtan dolayı kuvvetli suç şüphesi de oluşmaz. Devlet yetkililerinin eleştirilemezlikleri üzerinde tartışma ortaya çıkıyor.
AYM Fatih Taş kararına göre, bir ifade bağlamından koparılırsa ve milli güvenlik için tehlike olarak kabul edilse dahi suç oluşturmayacaktır. AYM Ayşe Çelik kararı ‘rahatsız edici olsa bile açıklamasının yayılması ifade özgürlüğü koruması altındadır’ der. İfade özgürlüğünün ihlal edilebilmesi koşullarına bakarsak, tehlikeliliğe neden olması gerekiyor. AİHM Perinçek İsviçre kararında da bahsediliyor.
Savcılık iddianamesinde tüm süreç boyunca bu açıklamaların nasıl bir tehlikeye sebep olduğunu anlayamadık, çünkü söz konusu değil. Ortada bilimsel bir beyan var.
Dosyamızla örtüşen bir karar, Pelin Şener kararı var. Makalesinde Türk topraklarının bir kısmının ‘Kürdistan’ olarak değerlendirdiği ve kimyasal silah kullanıldığı gerekçesiyle cezalandırılıyor, AİHM açıkça ifade özgürlüğü ihlali kararı veriyor. Gazetecinin kimyasal silahlara ilişkin beyanı, burada ise ön değerlendirme olarak bilimsel nitelikli beyanı hayli hayli ifade özgürlüğü sayılır.Kamusal yarar mevcut, toplumun farklı fikirleri duyması için. Bir diğer kriter ise zorunlu bir sosyal ihtiyaca cevap olması.
Diğer olgular beyanlarnın dışında, diğer meseleler ise ‘Neden Medya Haber kanalında dile getirdin? Görüntüler arkada iken TTB başkanı sıfatıyla beyanda bulundun?’
Kişi ancak kendi beyanı ile sınırlı olarak yargılanır. Kanalı ya da spikeri araştırma sorumluluğu yok. Kaldı ki medya kuruluşları geniş bir korumadan faydalanır. TEM şubeye ait 108 sayfalık örgütün yasaklı silah kullanımına ilişkin açıklamaları ve müvekkilin tam da örgütün istediği gibi bir beyanda bulunduğunu söylüyor bu rapor. AYM’nin Füsun Üstel kararında Barış Akademisyenleri bildirisini örgütün istediği gibi olduğu gerekçesiyle verilen cezanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini söyledi.
Kimyasal silahlara ilişkin tek açıklama yapan müvekkil değil. Uluslararası hekim örgütleri, yurtiçi hekim örgütleri. TTB başkanı olarak görüş verdiğini iddia ediyorlar. Ama adli tıp uzmanı olarak görüş vermiştir.
Videoda da spiker ‘uzman olduğunuz için danışmak istedik’ diyor. Adli tıp uzmanı olmasaydı da sadece TTB başkanı olarak burada bulunsaydı da ceza verilemezdi çünkü TTB’nin insan yaşamını korumak için kimyasal silah kullanılmaması çağrısı yapmak görevleri arasındadır.
Tüm bu sebeplerle kuvvetli suç şüphesinin olmadığı ortada.
Diğer tutuklama nedenlerine gelecek olursak. Kaçma şüphesi, delilleri yok etme şüphesi.
Dosyada ne tanık var mağdur var, ne toplanmayan delil kaldı. Ama kaçma şüphesinin varlığı iddiasındasınız. Müvekkil Almanya’da idi. Tüm toplum tarafından linç edilmesi için özel bir süreç yürütüldü, hedef gösterildi. Tutuklama ile karşılaşacağını öngörmesine rağmen geri döndü, dönmeden önce de ifade vermek için başvuruda bulunmuştur. Müvekkil için hiç dilekçe vermemiş olsak da herhangi bir yurttaş gibi değerlendiremez. TTB başkanı seçilmiş bir kişi, bulunduğu konum sebebiyle kaçma şüphesinin olmadığı çok açık. Sizin bunu gerekçe olarak sunmanız çok vahim. Üstelik yasaya göre kaçma olgusu denmesi için somut gerekçe mevcut olmalı.
AİHM Tuncer Bakırhan kararında kaçma riskinin pek çok unsur ışığında incelenmesi gerektiğine karar veriliyor. Belediye başkanı olan kişinin tutuklanmasına ilişkin olgusal ve somut unsurlar ileri sürülmeden kaçma şüphesi var denilmişti.
Diğeri tutuklulukta kalınan süre. 2 ay mahkeme heyetiniz için kısa olabilir ama haksız bir tutuklamanın varlığı nedeniyle devamı mümkün değil.
İlgili suç katalog olarak tanımlı değil. Kaldıki katalog olması da tek başına yeterli değil, AİHM’e göre. Alternatif tedbirlerin neden yetersiz olduğu da açıklanmalı. CMK 100. md. deki koşulların mevcut olmadığının altını çizmek lazım.
Tokyo Bildirgesi’nde hekimlerin görevleri belirtiliyor. ‘Hekimler, insanların sağlığını korumalı, mesleki sorumluluğunu yerine getirmelidir.’ diyor.
Yürütülen yargılamayı kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı kapsamında değil sadece, insan hakları savunucusuna karşı yargı tacizi açısından da ele almak gerekir. Hukuk devleti olmanın gereği olarak en az zararla bireyin çıkmasının sağlanması. Bu yüzden de bir an önce tahliye edilmeli."
Savunmalar alındıktan sonra iddia makamından esas hakkında mütalaası soruldu: “Skype bağlantısı üzerinden, sadece sesle değil, görüntülü bağlantının da olduğu video konferans kurulduğu, PKK üyelerinin resimleri ve uzun namlulu silahların görüldüğü, örgütsel propaganda yapmak için kimyasal silah söyleminin mevcut olduğu. Sanığın programa aktif katılım sağladığı, TSK’nın terörle mücadelesine karşı bir girişim olduğu…” nedenleriyle TMK 7/2 madde ile düzenlenen terör örgütlerinin propagandasının yapılması ve bunun nitelikli hali olan basın yoluyla yapılması suçundan cezalandırılmasını ve üst sınırdan ceza verilmesini talep etti. Ayrıca dosyadaki deliller, CMK 100. madde uyarınca tutukluluğa devam edilmesini istedi.
Mütalaaya karşı söyleyecekleri sorulan Fincancı, savunma için süre talep etti. Av. Meriç Eyüpoğlu ise duruşmaya ara verilmesini ve müvekkiliyle görüşme yapmayı talep etti.
Duruşmaya 1 saat ara verildi ve 10 dakika Fincancı’nın avukatıyla görüşmesine izin verildi. Görüşme sırasında Jandarma görevlileri Fincancı’nın yanında durmak istedi. Avukatlar ile Jandarma arasında tartışma yaşandı.
1 saat sonra duruşma kaldığı yerden devam etti. Fincancı salona getirildiğinde TİHV Başkanı Metin Bakkalcı ile uzaktan selamlaştı, bu anda arkasını dönüp tüm salonu ilk kez selamladı, salondaki kalabalık alkışladı. Salon yine oldukça kalabalık, pek çok avukat ayakta ve sıkışık halde izlemeye devam etti.
Şebnem Korur Fincancı savcının mütalaasına karşı yeniden söz aldı. “Esas hakkında savunma yapmayacağım, turukluluğun devamına ilişkin söz söylemek isterim, adli tıp derslerini sürdürmeliyim.
Tutuklu olmak, cezaevinde olmak tabi ki çok zor. Benim gibi insan hakları savunucuları için bulunmaz nimet. Çok sevdiğim sinemacı arkadaşım, 6 yıl önce tutuklandığımda ‘devlet kendi eliyle müfettiş atadı seni’ demişti, biz hep talep ederiz cezaevini incelemeyi, reddedilir. Kendi eliyle koydu beni, hapishane günlüklerimi yazıyorum mahpusların sorunlarını, çalışanların ağır koşullarda çalıştığını, infaz koruma memurlarını, çalışmak zorunda kalan yoksul mahpusların durumlarını, biraz daha uzun yazarım, sıkıntım bu değil ama kaçma şüphesi aklın ötesine taşan bir durum. Siz de gayet iyi biliyorsunuz, ayın 19'unda yayın oldu pek çok hakaret kamu görevlileri, siyasiler tarafından kullanıldı. Ben Almanya’dan dönmeyebilirdim.
Dünyanın her yerinde adli tıp uzmanı olarak çalışmaya devam edebilirim. Evet, dönmemek bir seçenek ama ben bu ülkenin insanıyım. Bu topraklarda yaşayan tüm halklara borcum var, o nedenle buraya tabi ki döneceğim. Benden daha fazla buraya sahip olacak kimse yok, TTB başkanıyım sorumluluğum var. Sayın savcı dedi ki ‘devletin verdiği görev’. Ben şimdiye kadar devletin değil, aklımın gücüyle görevlerini kendim edindim, TTB başkanlığı devletin görevi değil, meslektaşlarımın seçimi, tutuklu yargılanırsak arkadaşlarım görevlerimi üstlenir. Ama merkez konsey üyeliğini devredemem. Kaçma durumum söz konusu olamaz. Yasama organı bizim temsilcilerimiz, asiller biziz. O görevi geri alabiliriz toplumsal sözleşmeyi gereği gibi yerine getirmezler ise. TTB bir devlet organı değil denetim organıdır. Devletin yanlışlarını gözler önüne serme organıdır. Ben de vazgeçmeyeceğim, esas hakkında daha sonra savunma yapacağım ama adli tıp dersi anlatmaya da devam edeceğim.”
Av. Öztürk Türkdoğan söz alarak usule ilişkin bir beyanda bulunmak istediğini söyledi : “Bizi şaşırtmayan bir mütalaa sunuldu. Ben İHD eşbaşkanıyım. İnsan hakları savunucuları her zaman, insan haklarından yana tutum alırlar, bir ihlal iddiası olduğu zaman bunun araştırılmasını isterler, bu nedenle her zaman soruşturmalara tabi tutuluruz. Her türlü ihlal iddiasının araştırılmaya ihtiyacı vardır.
Bazı şeyler ters yüz edilmiş durumda Türkiye’de. Yetkili makamlar araştırır, son zamanlarda ihlal iddiasında bulunulan iddia değil, kişiler araştırılıyor. Hukuk devleti biter, biz ayakta tutacaksak kanunlardaki asgari hususları yerine getirmek zorundayız.
Konjonktür değişti diye suç ve ceza değişebilir mi? Devlet vatandaşına tuzak kurabilir mi? siyasal makamlar zannediyor ki ölünceye kadar o koltukta oturacaklar. Türkiye Cumhuriyeti onların kendi malı sanıyorlar, suçlardan bağışıklıkları var sanıyorlar, onların her söylediği doğru ama onları eleştirenler suç işler. Bu anlayışla yönetilmez, siyasi makamlar insanları hedef kılıyorsa, yargı da uyuyorsa burada büyük bir sorun var.
Müvekkilin başına gelen bu, bu TV kanalına yüzbinlerce insan konuştu. Savcılar acaba iddiaları hiç merak etmiyorlar mı? Cenevre Sözleşmesi’ni anlattılar, kanun var, yasak silah tanımını anlattı. Ankara cumhuriyet savcısının resen soruşturma açması gerekir. Bazen sürekli şehit haberleri, öldürülen, etkisiz hale getirilen militan haberleri duyuyorum ama hiç soruşturma duymuyoruz, ilerde bunlar ortaya çıkmaz mı? İnsan hakları savunucuları bunlara dikkat çeker, tarihsel birikimimiz var. 80’leri 90’ları yaşadık. Hala bazı davaları takip ediyoruz. 12 Eylül davasında sanık sandalyesine oturtmayı başardık.
Bu açıklamalar olmasaydı (siyasilerin hedef gösteren açıklamaları) Savcı, Şebnem Hanım’ı davet edecekti, ifadesini verecekti, takipsizlik kararı verilecekti, AİHM kararları var birebir. Belki de dava açılacaktı, uzun zamana yayılacaktı. Ama böyle değil Türkiye’de işler böyle yürümüyor. Haftanın/ayın/günün hedef gösterilen kişisi seçiliyor birileri, bir sosyolojik durum bu, siyasi iktidar yargıya müdahale ediyor.
Bizim yargıdan başka güvencemiz yok, bizim tek güvencemiz sizsiniz. İhlal iddiasını ortaya attığımızda devlet mekanizması içinde işlenen suçlarla ilgili hep, sayısız başvuru alıyoruz, hak arıyoruz, adalet arıyoruz ve adalet arayanlar hesap verir pozisyona düşüyor. Mesele ‘sen bunu dedin’ meselesi değil. AB normlarına göre yayın yapan TV kanalına konuşmak ne zaman suç oldu?
İltisak ve irtibat kavramları ceza hukukuna birden giriverdi, ortada kesinleşmiş yargı kararları var mı? Yok, dolayısıyla bir suç tanımını iktidar yapıyor, yargının harekete geçmesini istiyor.
Türkiye TMK mevzuatı bakımından dünyada hep eleştiriliyor, Venedik Komisyonu terör tanımının belirsizliğine dair 2017’de rapor yazdı. (TCK) 314. maddenin belirsiz olduğu tespiti var, hele (TMK) 7.maddenin kesinlikle kaldırılması gerekir. Özellikle belirli hallerde yüzün kapatılması biçiminde işlenen suçlar dışında işletilmemesi gerekir. Somut delil kavramı getirildi, tutuklama istisna olsun dediler ama uygulamada değişen bir şey yok. Bu nedenle mahkemenin, iktidarın yarattığı havadan etkilenmemesi gerektiğini belirttik, savunma için süre istedik. Bu aşamada tutukluluk halinin sona ermesi gerekiyor, dünyadaki bütün insan hakları hareketlerinin temsilcileri izliyor, dünyada işkenceye karşı mücadele ile bilinen, böylesi bir şahsiyet üzerinde tutukluluk, kişiselleştirme yapılmadan uygulanması yanlış. Dünyanın insan hakları savunucularının gözü burada. Kimse suçtan bağışık değil. Yargıya talimat verenler zamanı gelince yargıya hesap verecek, havayı kırmanın yolu yargıdan geçiyor, bizim başka derdimizi anlatacak yerimiz yok, mahkeme özgürlük lehine karar vermeli.”
Av. Veli Küçük de söz alarak, masumiyet karine, lekelenmeme hakkı, tutukluluğun son tedbir oluşu, yargının topluma baskı aracı olmaması gerektiği konularında beyanda bulundu.
Savunmalar bitmişken, Av.Meriç Eyüpoğlu bir konuda ekleme yapmak istediğini dile getirerek tekrar söz aldı. “Konuşmamızda bir şeyi değiştirme umudu taşıyoruz ama anlamlı olmadığı hissi ağır bir şekilde üzerimize yerleşti. Kuvvetli şüphe, kaçma şüphesi kavramlarının geçtiği bir evrak girdi dosyaya. Savcılıklara gönderilmiş evrak, her zaman gelmez böyle bir şey, savcılık kanalıyla gönderilince UYAP’tan fark ettik.
Bu yazıda müvekkilimizin Sincan’da (ceza infaz kurumu) sıkı güvenlik tedbirleri alındıktan sonra, bir minibüste kilitli olarak oturduğu halde, 7 tane jandarma görevlisi yanında olduğu halde tüm yol boyunca kelepçeli geldi. ‘...tutuklunun duruşmasının 10 günden daha erken bir tarihe ertelenmesi durumunda Bakırköy Ceza İnfaz Kurumu’nda tutulması…’, böyle yazılar rutin değil. Ceza Tevkif Evleri Müdürlüğü göndermiş.
TMK 7/2 maddeyi bırakın, diğer suçlardan 312 (TCK 312 md.) vs. yargılamasında olmuyor bu. Sorduk, rutin cevabını aldık. Bu ihsas-ı rey, hakimin reddi yapalım mı dedik. Aslında bu duruşmanın 10 günden önceye erteleneceği ve tutukluluk halinin devam edeceği demek olduğu anlamına geliyor. Onlarca kapı çaldık ama müvekkili yine kelepçeli getirdiler
Biz dosyanın tutuklamayla ilgili kısmını tartıştık. Gerekçelerin de kararında haksız olduğunu tartıştık. Tutukluluk koşulları olmadığını tartıştık. Sanki tartışmamış gibi önceden hazırlanmış bir mütalaa ile karşılaştık, tahmin ediyorduk. Müdafiiler tarafından savunma alınmadan hazırlanmış bir mütalaa hukuka aykırı, savunma hakkının biçimsel bir şekilde görüldüğünü gösterir. Yani biz ne delil sunarsak sunalım, ne dersek diyelim, zaten duruşmayı izleme gereği bile duymadan hazır mütalaa gelmişti. Bu HSK nezdinde disiplin suçudur. Biz bunu söylemekten yorulduk. Savunma bu kadar şekli ise, herşey çok önceden belliyse, hukuk da bitmiş durumda biz de tiyatronun parçasıyız. En başında AİHM’in 18.md ihlal kararlarını hatırlatarak başladım. Bize ne kadar uygun. Vereceğiniz karar kıymetli, şuan içinden geçtiğimiz zamanda üzerinizde çok baskı olabilir. Tüm bunları biliyoruz, buna rağmen vicdani kanaate karar vermek zor olabilir. Bu ülkenin aydınlık yüzlü insanları Türkiye’de ve dünyada bir sürü kişi heyecanla bekliyor. 2 ay değil 18 ay da turuklasanız fikirleri değişmeyecek. Cezalandırma amacıyla tutuklamanın devamına karar verirseniz, müvekkil sabah Nazi Almanyası dönemindeki kitaptan alıntı yaptı, aynı kitapta başka bir alıntı var, Nazi baskısına direnemeyip karar veren hakimlerin başına gelen; adliye fiziki olarak çöker ve altında kalırlar, kitap böyle biter. AKP’ye MHP’ye itirazı olan herkese yöneliktir bu dava. Siz ne karar verirseniz verin, böyle söylemeye düşünmeye devam edeceğiz. Hukuka inanç bu kadar kaybolmuşken, hepimiz ‘İstanbul’da hakimler var’ diyelim.”
Ara Kararlar
Savunmalar ve tahliye talepleri sona erdikten sonra karar için duruşmaya 15 dakika ara verildi. Saat 15.15’te devam etti. Şebnem Koruru Fincancı’nın éisnat olunan suçun vasıf ve mahiyetine, yasada gösterilen olası cezaların sınırlarına, mevcut olan delillerin sanık hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgu olarak kabul edilerek, bu durumun kuvvetli suç şüphesinin varlığının bu açıdan halen devam ediyor olmasına, gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına ve gerekse 6352 sayılı Yasanın 96 ve devamı maddeleri ile değişik 5271 sayılı CMK'nın 100. ve devamı maddeleri hükümlerine göre tutuklulukta geçen makul süreyi aşan bir durumun bulunmamasına, tutuklamaya alternatif koruma tedbirlerinin bu aşamada sanık açısından yetersiz kalacağı ve T.C. Anayasasının 13. Maddesinde ifade olunan 'ölçülülük' ilkesi uyarınca sanık hakkında daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının dava konusu açısından yetersiz kalacağı anlaşıldığından sanığın TUTUKLULUK HALİNİN DEVAMINA” karar verildi.
Bir sonraki duruşma 29 Aralık 2022 günü, saat 13.30’a bırakıldı.
Mahkeme koridorunu terk ederken “Şebnem hoca yalnız değildir” sloganları atıldı. Alkışlar ile koridordan ve adliyeden ayrılarak, adliyenin önündeki alanın kapalı olması nedeniyle polis barikatlarından oluşturulmuş bir koridordan geçilerek gidilen bir meydanda basın açıklaması yapıldı.