Mahkeme: İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi
Esas No: 2022/434
Türk Tabipleri Birliği Başkanı Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın Ekim 2022'de, öldürülen PKK'lilerin son dakikalarını gösteren, Fırat Haber Ajansı'na ait görüntüleri sosyal medyaya yansıması üzerine uzman kimliği ile katıldığı bir televizyon programında, görüntüleri incelediğini ve sinir sistemini hedef alan kimyasal gaz kullanıldığını düşündürdüğünü söylemesiyle başlayan hedef gösterme süreci sonunda gözaltına alındı ve tutuklandı. Fincancı, bu programda bağımsız heyetlerin inceleme yapması çağrısında bulunmuş, adli tıp uzmanı kimliği ile öneride bulunmuştu. Fincancı hakkında TMK 7/2 maddede düzenlenen terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan dava açıldı. Tutuklu olarak katıldığı ilk duruşma 23 Aralık günü, ikinci duruşma ise 29 Aralık günü görülmüştü. İkinci duruşmada Fincancı’nın avukatları Mahkeme heyetini reddetmiş, bu talepleri ise reddedilmişti. Tutuklu yargılanmaya devam eden Şebnem Korur Fincancı hakkında açılan davanın son duruşması 11 Ocak 2023 günü devam etti.
Duruşma Öncesi
Önceki duruşmalarda olduğu gibi bu kez de adliyenin etrafı sarılı idi. Çok sayıda polis memuru ve polis aracı bulunuyordu. Duruşma salonunun önüne geldiğimizde aynı salonda devam edileceğini anladık. Yine başka illerden ve baro başkanları, avukatlar, doktorlar, insan hakları savunucuları gelmişti. Milletvekilleri, gazeteciler ve Fincancı’nın arkadaşları da gelmişti. Fakat fiziki imkanlarının yetersiz olması nedeniyle duruşma salonuna herkes giremedi.
Salona girdiğimizde öncekilerde olduğu gibi pek çok kişi ayakta ve sıkışık vaziyette duruşmayı izlemeye hazırlanıyordu. Bu sırada jandarma görevlileri Fincancı’yı salona getirdi. Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’ndan getirilen Fincancı, kendisine destek olmak için gelenlere selam verdi. TİHV çalışanı Bilal Yıldız ile aralarında kısa bir diyalog yaşandı. Bilal Yıldız da Göç İzleme Derneği’ne yönelik operasyon ile tutuklanmış, 7 ay tutuklu kalmış ve geçen hafta tahliye olmuştu. Şebnem Koruru Fincancı, Bilal Yıldız’a ‘geçmiş olsun’ dedi, Bilal Yıldız ona ‘bugün sizi de alacağız’ dedi. Salondakileri duygulandıran anlar yaşandı.
Avukatların bir kısmı ayakta, bir kısmı oturacak yer bulduktan sonra, bu kez öncekilerden geç bir saatte MSB vekili Av. Tuğba Kazancı geldi. Fincancı’nın avukatlarının salonda katılan tarafa ayrılan yere de oturması nedeniyle yer bulamadı. O sırada Fincancı’nın avukatları kendi aralarında konuştuğuna göre, MSB avukatının katılma talebi iki duruşmada da reddedildiğinden salona gelmesi ve duruşmayı izlemesi, pek çok kişi ayakta iken yersizdi.
Yurtdışından destek için gelen hekim örgütleri temsilcileri için salonda oturacak yer ayarlamaya çalışıldı. Fakat aşırı kalabalık ve sıkışıklıktan mümkün olamadı.
Fincancı’nın üzerinde TTB logolu kıyafet vardı fakat salon kalabalıktan dolayı çok sıcak olduğu için bir süre sonra çıkarmak zorunda kaldı. Bu sırada mübaşir izleyicileri ses ve görüntü kaydı almamaları konusunda uyardı.
Duruşmaya Dair
Saat 10.10’da heyet geldi. Avukat yoklaması yapıldı.
Diyarbakır Baro Başkanı Av. Nahit Eren söz istedi. Beyanlara geçmeden önce dosyaya gelen evraklar tutanağa geçirildi. MSB vekili yeniden katılma talebinde bulunan dilekçe göndermişti.
İddia makamına mütalaasında bir değişiklik olup olmadığı soruldu. Savcı, mütalaasında değişiklik yapmadı ve tutukluluk halinin devamını istedi.
Duruşma salonunda ve dışarda karışıklıktan kaynaklanan sesler mevcut idi.
Diyarbakır Baro Başkanı Av. Nahit Eren söz aldı: “Ben Diyarbakır Baro başkanıyım, savunma yapmaya çalışıyoruz. Reddini istediğimiz heyete yeniden talepte bulunacağız, mütalaa okundu bir kez daha, heyetiniz kararını gözden geçirebilir. Bu salonda adil yargılama yapılamaz, savunmayı temsilen adil yargılama yok kanaatindeyim, avukatlar ayakta, izleyiciler ayakta ve siz ısrarla duruşma yapmaya devam ediyorsunuz, peki bu ısrar niye? Adalet komisyonundan talepte bulunabilirsiniz, yok mu İstanbul’da, koca salon var, kararınız neden? Bir an önce davayı sonuçlandırmak isteğiniz var, bu yüzden reddinizi talep ettik. Sizin ret kararlarınızda tatmin edici bir gerekçe yok, hala üç avukat ile sınırlıyorsunuz, bu örgüt faaliyeti çerçevesinde bir suç değil neden üç avukat sınırı var?
Kanun maddesini yanlış yorumluyorsunuz. Hüküm verirken örgüt faaliyeti mi vereceksiniz? Ama iddianame örgüt propagandası, siz bunun adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini çok iyi biliyorsunuz, ‘ama hayır bir şekilde bu yargılamayı bitirmeliyiz’ diyorsunuz. Yargıç olarak düzeni sağlamalı, herkesin sığacağı uygun fiziki koşulları sağlamalısınız. Bir kere daha talepte bulunuyorum, bir an önce salon değişsin ve avukat sınırı kalksın.” dedi.
Bu kez İzmir Baro Başkanı Av. Özkan Yücel talepte bulunmak için söz aldı: “TSK’nın eğitim çalışmalarında kullandığı metinleri hatırlatmıştık geçen celse, kıyas yaptığınızı söylemişsiniz kararınızda, kıyas için boşluk olması gerekir burada boşluk var mı? Adının örgüt geçtiği her suça üç avukat sınırı koymayı bilmiyor muydu kanun koyucu? Siz kanun koyucu yerine geçip yorumlayamazsınız.
Hukuka, aklınıza, vicdanınıza sesleniyoruz, olmuyor. Nereden ulaşabiliriz size? Burada müvekkilimize ceza verseniz mesela örgüt yöneticisi var mı? ona ceza verilir mi? ‘Biz böyle düşündük’ diyemezsiniz. Adliyenin önünü gördünüz mü odalarınızdan çıkıp, Çağlayan’ın önü polis tarafından teslim alınmış. Bu korku niye? Fotoğraf çektim, dört ayrı giriş kapısı var, yalnızca birini çalıştırıyorlar, duruşma kapısının girişinde barikatlar kurulmuş, sorumlusunuz, defalarca talep ettiler meslektaşlarım, Çağlayan’da daha büyük salon yok mu? Neden bu insanlar üst üste? Savcılık mütalaa verdi, hukuk adaleti temin eder, ama aynı zamanda vicdanla işler, maalesef sizin kararlarınızda vicdan göremiyoruz, işiniz zor biliyoruz, savcı bey beni dinlemiyor telefonu ile uğraşıyor (savcı telefonu bıraktı) sizi görüyoruz savcı bey! Hukuktan yana öne çıkmanızı bekliyoruz, mahkeme heyeti olarak. Üç avukat sınırı hukuka uygun değildir. Adil yargılanma kurallarına uygun değildir. Savunma hakkı kısıtlanıyor, sadece bu bile kararın bozulması için sebeptir. Faşizm koşullarında olduğumuzun farkındayız, lütfen bunun bir parçası olmayın, bu kadar güvenlik önlemine bu salonda ihtiyaç var mı? Baro başkanları, tabip odası başkanları, STK temsilcileri var, yüzlerce insan bu yargılamayı bekliyor. Yaptığınız eni konu bir yargılama, o sözleri söyledi mi, söylemedi mi, söylediyse suç mu? Bu kadar. Marx der ki; başkalarını özgürleştirmek için önce kendimizi özgürleştirmeliyiz. Türkiye’nin dört yanından Şebnem’e destek için, ifade özgürlüğüne destek için sahip çıkmak için burada olan insanlar var. Sizlerden de bir adım öne çıkmanızı bekliyoruz, hukuk için demokrasi için bazen bedel ödenebilir.” dedi.
Taleplere dair ara karar verildi ve daha önce karar verildiğinden, yeniden karar verilmesine yer olmadığına, oy birliği ile reddine karar verildi. Başkan’ın sözleri duyulmadı, “Susarsanız tekrarlarım” dedi ve kararı tekrarladı.
Şebnem Korur Fincancı’ya yeniden söz verildi. “Yeniden tüm avukatlarıma, meslektaşlarıma insan hakları örgütlerine teşekkür ederim. Bu inanılmaz bir dayanışma, karardan bağımsız olarak buna tanıklık etmek çok kıymetli. Nilgün’ün (Nilgün Toker) sözü, ‘Yurttaşlık bir kolektif varoluş halidir’, burada da kolektif varoluşun öznesi olmayanlar varsa biz de yurttaş olabilme yeteneğimizi yitirmiş oluyoruz, herkesin özne olmasını sağlamak amacımız, meslek örgütümüz de bu kolektif varoluşu ortaya koyan bir örgüt.
Bu yıl TTB 70. yılını kutlayacak. Bu saldırının tabi ki bana dönük yanı var. İfade özgürlüğü bilimsel özgürlüğe dönük ve toplumu susturmak, korkutmak konusundan bir irade var, adliye önü bile bunu gösteriyor, ben tutuklandıktan sonra, bir daha kimse kimyasal silah lafını kullanamadı korku iklimi nedeniyle, korkunun ecele faydası yok. TTB’nin kapatılması ile ilgili davanamenin hazırlanmış olması, konsey üyelerimize ‘örgüt üyeliği’ ile soruşturma açılması… Biz tabi ki meslek örgütüyüz, ben de üyesiyim, siz ‘örgüt üyeliği’nden bu örgütleri mi kastediyorsunuz? Hedef TTB, meslektaşlarımız şaşkınlıkla izliyor. Mücadele iradesini de ortadan kaldırdı, biz şaşırmaya devam edeceğiz. Neden hedefte olduğumuza dair tam da cumartesi günü tabip odalarının seçilmiş heyetleri toplanmış ve hedef almanın gerekçelerini dile getirmişler.
Sayın heyet, beni ciddiye almışsınız maske takmışsınız, teşekkür ederim. Neymiş bizim suçumuz? Nitelikli anadilinde herkese eşit sağlık hizmeti istemişiz, bu salgında koruyucu sağlık hizmeti istemişiz, salgında 309 bin insanımız ticarileşme adına öldü. 1.basamak koruyucu sağlık hizmetlerini güçlendirmek, ticarileştirilmesini önlemek ve sağlığımızın bir tüketim nesnesi olarak tanımlanmasına karşı çıktığımız için, şehir hastanelerine ödenecek olanların, gelecekteki çocuklarımızın 25 yıllığına geleceğinin ipotek altına alınmasına karşı çıktığımız için, 3-5 dakikada bir muayene olmaz dediğimiz için, hekimlerin özlük haklarına sahip çıktığımız için aylar sonraya verilen tetkiklere, sağlıkta dönüşüm projesine, sağlıkta şiddet, malpraktis, sağlıkta çöküşü getiren projeye karşı çıktık. Pandemide hakikate erişim için açıklamalar yaptık, iktidarın turkuaz tablosunun kapkara olduğunu gösterdik. Her yıl 20 bin hekime ihtiyaç var mı? Planlanmamış eğitim sayıları ile ucuz iş gücü, ekolojik krize karşı durduğumuz, doğaya sahip çıktığımız İkizdere’de öldürülen kırmızı pullu balıkları unutmadım, onların da haklarını savunmak için mücadele ediyorum.
Ekonomi ve siyaset, halkın sağlık hakkının önüne geçmesin diye, kayyum rektörlere karşı çıktığımız için, malpraktis yasasının hekimlerin de zarar görenleri de ihtiyacını karşılamaktan uzak olduğunu söyledik.
İyilik hali aynı zamanda siyasal iyilik halidir. Demokrasi olmayan ülkede sağlık da olmaz, adını teşvik koydukları rüşvetlere, döner sermayeye karşı çıktığımız için, beyaz reformun karşısında emek bizim söz bizim, beyaz bizim, yasa bizim, reform onların olsun, TTB siyasi otorite hedef alınırken, adalete gösterilirken toplum öyle düşünmüyor, salgın döneminde toplumun en güvendiği kurumlar arasında TTB vardı.
Düşman ceza hukuku var, kutuplaştırıyor. TTB en az güvenilen kurumlar arasında da sonuncu, kitleler de güveniyor.
Bekir Ağırdır’ın Aralık 2022’de yayınlanan kitabını getirdiler, KONDA’nın çalışmalarını yakından izlerim. Dünya adalet projesinden bahsediyor ağırdır, 2020’de hukukun üstünlüğünde 128 ülke arasında 120. Sırada Türkiye.
Son 10 yılda OECD ülkeleri arasında adalete güven en hızlı azalmış, her dört kişiden üçü Türkiye’de haksız tutuklama olduğunu düşünüyor. Belgeselci Sibel Tekin tutuklandı. Koğuş arkadaşımdı, sevk edilmeden önce gelmişti, sanıyorum savcımız aynı, Murat Yıldırım mıydı bizim savcı? Tarzı aynı, bana işimi öğretmeye çalışmıştı, adli tıp biliyordu, belgesel çekmeyi de biliyormuş meğer Sibel’e örgüt bulmaya çalışıyorlar şuan, bana da bulmaya çalıştılar, örgütüm TTB aslında, söyledik.
Her iki kişiden biri insanların düşünceleri nedeniyle cezaevinde olduğunu düşünüyor. Üç kişiden biri siyasi muhaliflerin cezalandırıldığını. Yolsuzlukla mücadelede AB ülkeleri arasında sonuncu durumdayız. En yolsuz ülkeyiz, üç kişiden ikisi yargıda yolsuzluk olduğunu düşünüyor.
Hakkınızda böyle şeyler düşünülüyor olmadı sizi çok rahatsız ediyor olmalı. Geldiğimiz nokta bu. 8 gün sonra Hrant Dink’in katledilmesinin üzerinden 16 yıl geçmiş olacak. Tahir Elçi’nin katledildiği 4 ayaklı minareyi bir daha göremedim. Siyasi cinayetler işleniyor, faili meçhul yok artık demiş atanmış bakan.
Uyuşturucu ve siyasi cinayetler ile hemhal oluyor Türkiye. Sinan Ateş gencecik bir akademisyen, tetikçilerinden birinin daha önce mahallesinde uyuşturucu satılmasın diye uğraş veren 17 yaşındaki Hasan Ferit Gedik’i öldüren biri olduğunu öğrendik. İnsan öldürmek insanları cezaevinde tutmaya yetmiyor ama bilimsel görüşünü söyleyen tutuklanıyor, vatan haini oluyor, biz Nazım Hikmet gibi vatan hainliğine devam ediyoruz. Barış Davası’ndan yargılanan Tahsin Saraç’ın bir değerlendirmesi vardı, ‘vatana ihanet etmek için devlet sırlarını bilebilecek güçte ve karakterde olması gerekir’ demiş.
‘Emre itaat ettim yalnızca’, demek kimseyi sorumsuz kılmıyor, kötülüğün sıradanlığı, kimseye bulaşmasın. Şiir okumasam olmaz,...... insan kalacağız biz bağışlanmazlık pahasına ama bağışlanmayı sizden değil yurttaşlarımdan, yoldaşlarımdan, dostlarımdan diliyorum.” dedi ve salon alkışladı.
Savunmada üç avukat sınırı nedeniyle Şebnem Korur Fincancı’nın avukatlarının üç avukatlık söz hakkını kullanacak avukatlar belirlenmişti fakat İHD Eş genel başkanı Av. Öztürk Türkdoğan savunma için değil anayasa aykırılık iddiası hakkında konuşmak için söz aldı.
“TMK 7/2 madde anayasaya aykırı, yazılı dilekçemi hazırladım. TMK 7/2 madde ile ilgili çok sık uygulama var, kanunilik ilkesini karşılamıyor ve öngörülemez.....
Şebnem söylediği sözler nedeniyle yargılanıyor, o TV kanalına bağlandı bu nedenle yargılanıyor.
Siyasi iktidar anayasayı kendine uydurdu. Biz buna belirsizlik rejimi diyoruz, Nilgün Toker’in deyimiyle. Biz hakkın öznesiyiz, siyasi iktidar çıkarmak istiyor ama biz ısrar ediyoruz hak siyaseti yapıyoruz, bu nedenle anayasayı hatırlatmaya devam edicez. Anayasa 2. madde 13.madde, 25. Madde, 26.madde, 27.madde, 38.madde.
TMK 7/2 madde ise öngörülebilir değil. BM Özel raportörlerinin tespitleri var yorumları var, AİHM kararları var. AİHM, AİHS2in 18.maddenin ihlal edildiğini, sözleşmenin kötüye kullanıldığını tespit etti.
İddia makamı üst sınırdan ceza istemesiyle ilgili gerekçe sunmadı, işte bu nedenle hukuki belirlilik yok. Venedik komisyonu 2016’dan beri terör kanunlarının belirsizliğini söylüyor.”
Avukat bölümünde oturan iki kişi çizim yaparak duruşma salonunu görselleştiriyordu. Başkan salonda gürültü olduğunu söyledi. Av. Muhammed Ünsal ‘büyük salon vermediğiniz için böyle oluyor’ dedi. Cevaben Başkan ‘söz almadan konuşuyorsunuz, duruşmayı gerecek şeyler söylüyorsunuz, sizi de dışarı çıkarırım’ dedi.
Av. Türkdoğan devamla, “TMK 7/2’nin anayasaya aykırılığına dair gerekçeleri saymaya devam edeceğiz. İfade özgürlüğü hakkının sınırlandırıyor. AYM’nin Sırrı Süreyya Önder kararı mevcut.
Savcı üst hadden istiyor bu 7,5 yıl hapis demek. AİHM’in Handyside kararı önemli, MSB, Fincancı’nın sözlerinden rahatsız olabilir, Mahkeme rahatsız olabilir, ama merak etmeleri gerekir Savcılar neden Türkiye sınırlarında ne oluyor diye merak etmiyor. Bu ilerde çok konuşulacak bir konu. İnsan hakları savunucuları bir konuyu iddia eder, araştırma ister, sanık olamaz, roller tersine çevrilemez, aksi halde suç toplumu olur, insan hakları savunucuları baskı altına alınmaz
AİHM, Öner ve Türk kararında ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verdi Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi bu kararları bir araya getirdi Türkiye’yi izleme altına aldı. TCK 125.madde, TCK 216.madde, TCK 299.madde TCK 301.madde, TMK 6. ve 7. maddeleri nedeniyle Türkiye şuan izleme altında.
İhlal kararları veriliyor, TMK değişiyor ama bu yeni hali de hukuki belirlilik ilkesine uygun değil, çünkü uygulama değişmedi. Siyasi iktidarın adım atmasını istiyor, AB üyesi olmak istiyor ise kanun değişmeli ama mahkemeler konjonktüre göre uyguluyor. Kanun net değil demek ki konjonktüre davranmaya uygun bir metin kanun.
Bu soruşturmanın bile açılmaması gerekirdi. Bu Kanuna neden uyulmuyor? Uyma diyenler mi var? Bu kanunda şifreli şeyler mi yazıyor? Biz de Türkçe biliyoruz, neden farklı anlıyoruz?
Bakanlar Komitesi eleştiriyor ve yasal değişikliğe davet ediyor. 2019’da yapılan değişiklik yeterli değil diyor. 2023’te yeniden değerlendirme yapacak, rapor yazıyoruz şuan.
MSB suç duyurusu dilekçesinde birçok kanun maddesi belirtmiş, yani hangisinden yüksek ceza verebilirsen hangisinden tutuklayabilirsen mantığı ile. Devlet vatandaşına tuzak kuramaz, işinize hangisi gelirse onu uygulayamazsınız. Anayasaya ayrkırılık iddiamız 152/1’e göre ciddidir. Hepsinin dayanağı var itirazlarımızın.
Sizin bununla ilgili AYM’ye başvurmanız halinde davada durma kararı verilir. TMK 7/2 ilk cümlesinin Anayasaya aykırılığı nedeniyle 152/2 gereği iptali için AYM’ye başvuru yapılsın.
Mahkemenin yargılama yetkisini düzenleyen kanun metni var, 5235 sayılı kanun, anayasaya aykırıdır. Bunlar önemli konular sabrınızı istiyorum.
Diğer anayasaya aykırılık iddiamızla ilgili, 9/5 maddeye ek cümleler eklendi. TMK 54 kere değiştirilmiş, TMK yargılama usullerine de değiniyor. Devlet Güvenlik Mahkemeleri(DGM) kuruldu, mülga edildi, CMUK’ta (eski ceza yargılaması kanunu) değişiklik yapıldı, özel yetkili mahkemeler kuruldu. Uzmanlaşmış hakim ve savcılar görev yapıyordu. CMK 250 md. ve TMK10.madde ile görevli ağır ceza mahkemeleri kuruldu. İki yıl faaliyette kaldı. 2013’ten sonra barış süreci başladı. 2014’te TMK 10.madde kaldırıldı. CMK 250 ve TMK 10 ile yapılan yargılamalar eleştirildi. 5235 sayılı kanuna ekler oldu. HSYK tarafından mahkemeler kuruldu. Tıpkı eski CMUK 94 ve CMK 250 geleneği devam ettirildi.
Bu kanunun gerekçesi yok, komisyonun gerekçesi yok, HSYK yazmış o zaman
Anayasa 7. maddeyi ihlal etmiş, kendisini yasa koyucu yerine koymuş, mülga edilen kanunu yeniden ihdas etmiş, biz uzun süredir avukatlık yapanlar, aradaki farkı fiilen görmedik bile. Bu mahkemeler doğal yargıçlık ilkesine aykırı kurulmuştur. Hakimin coğrafi teminatı yok.
Düşünce suçlarının neresi ağır? Örgüt suçlarını kastetmiyorum. TMK 7 madde hiç olmaması gereken kanun maddesi.
Yargı reformu strateji belgesine de baktım, coğrafi teminat verileceğini de vaad etmiş. Biz talep ediyoruz. DGM hakimlerinin vardı, her konu tartışılabilirdi, iktidarın canı sıkılacak, yeri değişecek diyemiyordu eskiden, şimdi çok heyet değişiyor. Merak ettim AİHM benzer ülkelerde ilgili ne karar vermiş? Polonya ile ilgili bir hakimin görev süresi olmadan yeri değiştiriliyor, AİHM 6. madde ihlali bulmuş. Bu kararların hepsi AİHM’den dönecek demektir. Bir dönem mahkum edilebilir, yol yakınken anayasa aykırılık iddialarımızı vurgulamak lazım.
Sayın heyet, yanlış anlamayın eskiden CMK 250.madde ile görevli mahkemelerde de uzun uzun anlattık, keşke AYM’ye gitselerdi, şimdi onlara çok lazım. Ve elimizde belirlilik ilkesini sağlayacak yeni araçlar olacak. Biz hala sizin için teminat istiyoruz, sizin vicdanınıza güveniyoruz ama iktidarın baskısını çok rahat bir şekilde görüyoruz. 2017’de anayasamız değişti, yeni bir yönetime geçtik, başkanlık sistemi. Venedik Komisyonu’nun 2017’de raporu var, 16 Nisan 2017 tarihinde, eleştiriyor. Yeni modelin yargı üzerindeki etkisi çok fazla, mahkemelere sirayetini de görüyoruz. Venedik Komisyonunu haklı çıkaracak şeyler oldu. Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararları uygulanmıyor, askıya alınabilir Türkiye’nin üyeliği, bunu durduracak olan mahkemelerdir.
HSK diyor ki ‘bu mahkemelerde özel yöntem yok’. Zaman içinde yerleştirildi zaten, biraz önce üç avukat sınırını devam ettirdiniz. Katalog suçlar CMK’ya taşındı. Yargılamalar yapan mahkemelerde ilgili gerekçe yok, muhalefetin şerhlerinde var sadece. Niyeti özel yetkilileri canlandırmak.
Sonuç size çok ağır eleştiriler sunmak istemedim. Anayasaya aykırılık iddiamızın ciddi bulunmasını ve AYM’ye başvurmanız gerektiğini belirtmek istiyorum.” dedi.
Sırada Av. Hülya Yıldırım’ın savunması vardı. “Sizlerin bugüne kadar çok iyi dinlediğiniz beyanlarımız, kararlarınızda yer bulmuyor. İyi dinlediğinizden ve bildiğinizden şüphemiz yok.” derken Başkan salonun kapısının önünden gelen sesler için mübaşire talimat verdi, ses çıkaranları uyarmasını, aksi halde koridoru boşaltacağını söyledi. Av. Hülya Yıldırım’a da ‘siz de meslektaşlarınızı uyarın lütfen’ dedi.
Av. Hülya Yıldırım: Duruşma salonunun içinde olduğunu düşünseler, konuşmazlar büyük salon olsaydı.
Başkan: Büyük salon ile alakası yok. Polis ağırlıklı bir kitle.
Av. Hülya Yıldırım : Bu mekanda zor.
Başkan: Zor değil değil, ben net bir şekilde duyuyorum.
Av. Hülya Yıldırım devam etti: “TMK madde 7/2’ye ilişkin bir şeyler söyleyeceğim.
2013’te yapılan değişik var. Bu gerekçenin dışına ve AİHM standartlarının dışına çıkmamanız gerekiyor. Koşulların oluşmadığı çok açık. Siz kişiler hakkında cebir, şiddet çağrısı içermeyen beyanlar nedeniyle tutukluluk gerekçesi yaratıyorsunuz. Yargılama muhtemelen bugün sonlanacak.
İddia makamı mütalaasında iki husus dikkat çekiyor. Müvekkil beyanları nedeniyle değil TV kanalı ve oradaki görüntüler nedeniyle suçlanıyor.Bunları anlattık ama ısrarla bizim beyanlarımızı dikkate alan gerekçe yaratmadan ceza isteniyor.
TTB başkanı sıfatı kullanılmadığı açık, kanal kendisi de öyle kullanmış. Video görüntülerinde spiker diyor ‘uzmanı olduğunuz bu alana ilişkin görüşlerinize başvuruluyor’ diye.
Spikerin yakalama kararları, kişiliği gibi şeyler müvekkili iddianameye göre bağlarken, spikerin müvekkil ile ilgili söylediği açık sözler ne hikmetse bağlamıyor. Esas saik TTB’ye yönelik saldırı.
Velev ki TTB başkanı sıfatı ile söyleseydi, yine suç olmazdı. Herkes kendi beyanı ve eylemi nedeniyle sorumlu, suçların şahsiliği ilkesi de ters yüz edildi. Müvekkil kendisi haber alma ve özgürlüğü çerçevesinde katılıyor, kanala ve spikere ilişkin ilgilenmiyor.
Geçtiğimiz sene hekimlerin özlük haklarına ilişkin bir youtube kanalına katılmıştı, sunucunun FETÖ firari sanığı olması nedeniyle soruşturma açıldı. Hem FETÖ hem PKK üyesi oldu. Peki hani örgüt ile ilişkilendirilecek. Bu suç özel kast ile işlenir, kendisinin haber verme çerçevesinde katıldığı açık.
Adli kontrol tedbirleri neden yetersiz? Üç celsedir göremiyoruz neden yeterli olmadığını. Dosyada müvekkilin adli kontrol bile olmadan serbest bırakılması için çok açık neden var. Ortada kaçma şüphesi yok, deliller toplandı.
Tutukluluk süresi makul diyorsunuz. Makul süre tartışması da yerinde değil. Sizin nezdinizde makul görünebilir Türkiye koşullarında 5 yıl sürüyor tutukluluk süresi ama makul değil yasaya göre.
Mahkemeniz tahliye vermedi ama başka mahkemeler hukukta adalet duygusunu zedeleyici şekilde tahliye kararları veriyor. Bunlardan biri Sinan Ateş cinayetinde şüpheli olan kişi, 20 yıl hapis cezasına rağmen tahliye edilmiş. Bir başka kişi avukat Muhittin Köylüoğlu. 40 yıl ceza alıyor, tahliye alıyor. Bizim müvekkilimizin daha riskli olduğunu gösteren nedir? Mahkemeniz açıklamalı.
Savcılığın üst hadden ceza istemesine ilişkin, SEGBİS kayıtlarında yok ama duyduk üst hadden istiyor, iki celsedir de tekrar ediyor ısrarcı. Üst hadden olması için tehlike, kast, amaç ve saikle belirlenir. Bunları ortaya koyamadığınız yerde mahkemenin takdir yetkisine karışacak üst hadden istemesini biz hukukla açıklayamıyoruz.
Geçtiğimiz celse meslektaşımız ‘bilimin sınırlarını belirlemek istiyorlar’ demişti. ‘Avukatlığın da sınırlarını belirlemeye çalışıyorlar’ dedi, Şebnem hocanın hukuka ciddi katkıları var. Dün yargılayanlar da bugün yargılanmakta. Biz sizleri kişi değil kurum olarak görüyoruz ancak yasalar sizi kişisel olarak sorumlu tutuyor.” dedi.
Av. Meriç Eyüboğlu son sözü aldı: “Son konuşma sanırım bu, bu salonun değişmeyeceğini biliyorum ama çok havasız, nefes alınmıyor, ayaktakiler kusura bakmasın, hastalık olacak, konsantrasyon ve dinleme için de sorun, mahkeme heyeti ve iddia makamının da dinleme sorununa yol açacak.
Çok konuştuk, yazdık, o kadar çok hukuka aykırılık oldu ki, yaz yaz bitmedi. Ama ne söylersek söyleyelim kara delik var sanki karşımızda, 19 Ekim’den bu yana kara delik var, sözün hiç hükmün olmadığı bir zaman.
O yüzden de aynı çelişki ile kalkıyorum. Söylemek sadece tarihe not düşmek. Söylemediğimiz yeni bir başvuru ile başlayayım, soruşturma savcısına eleştirilerimiz var. TTB’nin davasında da davaname hazırladı. İddianame savcısı olur da müvekkil tahliye olursa diye bir de MYK üyelerine örgüt üyeliği soruşturması açtı ve kısıtlama kararı verdi. Türkiye’de yakın zamanda gördüğümüz B planı olarak devreye girmesi performansı.
Savcının davayı takip etme yükümlülüğü, tartışmalara katılmadan mütalaa hazırlaması, 23 Aralık’ta ilk duruşmada oldu, müvekkil beyanlarını söyledi talepler reddedildi, üç avukat konuştu, konuşmalar biter bitmez mütalaa sunuldu. Tanığız hepimiz, burada bir mütalaa hazırlanmadı, önceden hazırlanmıştı.
Bu ilk kez olmuyor, adil yargılanma hakkı açısından da diğer haklar açısından da tiyatroya dönüşüyor. Öncesinde nasıl bir mütalaa belli, nasıl bir karar belli. Tarafsızlık tartışması karşımıza çıkıyor. Savcıların uyması gereken Budapeşte Etik İlkeleri var. Yer değiştirmeye uygun bir fiil, delilleri tartışmadan duruşmayı takip etmeden, öncesinde mütalaasını hazırlaması. Kişisel duygulara kapılarak görevi yapmamasını sağlamak için şikayetçi olduk savcı hakkında.
19 Ekim’de 7 dakikalık TV programı oldu, 20 Ekim’den beri kasırga koptu. Az önce meslektaşım Muhittin Köylüoğlu örneğinden söz etti. Ben de Aryen Turan örneğiini vermek istiyorum. İzmir’de baro genel kuruldaki konuşmasında ‘kimyasal silahlar ile ilgili iddialar var, soruşturma açılsın’ diyor. Linç girişimlerine maruz kalıyor, evinden gözaltına alınıyor. Olağan bir uygulama haline geldi. Orada adli kontrol uygulandı.
TMK 7/2 maddesi ne kadar eleştiri hak ederse etsin, şu haldeki durumda bile tutuklamak için yeterli değil. Müvekkilim Ankara 3 Sulh Ceza Hakimliği tarafından tutuklandı. Meslektaşlarım gelip gelip TMK 7/2’den Ankara’da tutuklama çıkmaz diyorlardı ama adı Şebnem Korur Fincancı olunca çıktı. Sadece ihs olarak değil aynı zamanda adli tıp profesörü olarak bir şeyi sembolize ediyor. Ona yönelik her hedef gösterme, onun şahsında TTB’ye hekimlere ve aslında hepimize yönelik mesaj. Hepimize itiraz etmememiz, konuşmamız, susmamız telkin ediliyor.
Subjektif ve objektif tarafsızlık. Öztürk bey bahsetti. O kısımları tekrarlamayacağım. 2016’dan sonra yargı mensuplarının yüzde 30’dan fazlasının ihraç edilmesinden, HSK’nın üyelerinin cumhurbaşkanı tarafında atamasından, güvencesizlikten bahsediyoruz, objektif kısmı bu.
Subjektif ise bu yaratılan baskının kamuoyu önünde, yargıya emir ve talimat verme cürretinin subjektif olarak baskılanması, bu da salon talebinin bile gerekçesiz reddini gösteriyor.
Duruşmada esas hakkında mütalaa verildikten sonra, esas hakkında savunma için 5 gün verilmesi nasıl hazırlanabiliriz? Üç avukat ile ilgili hiçbir hukuki temeli olmayan şekilde karşımıza çıkıyor, bir karar hatırlatıyorum, AİHS’in 18. madde, yetkiyi kötüye kullanmayı yasaklıyor. AİHM tek başına kullanmıyor, AİHS’in 5.md ile kullanıyor genelde. Verilen kararlar Rusya, Azerbaycan, Ukrayna, Moldova.
18. maddeyle ilgili literatüre önemli katkılarınız var ülke olarak. 2020 tarihli Demirtaş 2 kararı bizim için önemli, ilk kez başka maddeler ile birlikte kullandı AİHM, ifade özgürlüğü ihlalini de aldı. Biz bu zamanların içinden geçiyoruz hala, sadece Demirtaş’ın eşbaşkanı olduğu HDP’ye yönelik baskıları tartışmıyor, aynı zamanda Türkiye’nin genelinde muhaliflere yönelik baskılara yer veriyor, HSK’nın yapısından, cumhurbaşkanının tarafsız olmayacağını söyleyen raporlara atıfta bulunuyor. Hiçbir şey değişmedi.İyiye değil kötüye gidiyor.
Mahkeme ne ceza verirse versin, AYM’den AİHM’den bu içerikte bir karar çıkacak.
Şebnem Korur Fincancı böylesi bir yargı kıskacının içinde. Buna gerek var mı? Eninde sonunda ihlal tespit edilecek, karar için neden uğraşsın, usul ekonomisi zarar ziyan, sadece şuna hizmet eder, sembolik bir isim olan Şebnem Korur Fincancı için ‘biraz daha cezaevinde kalsın’ denir.
2017 yılında yargı tacizi olarak tanımlanmıştı, hiçbir şey değişmedi, sadece siyasal iktidarı eleştirerek bitmez, yargının da üzerine düzeni yerine getirmemesi söz konusu. Hiç tereddütsüz bir beraat kararı verilmesi gerekiyor. CMK 223/2-a maddesinden verilmesi gerekiyor.” dedi.
Av. Özkan Yücel söz alıp, “Üç avukat hakkımızı kullanmadık, bir meslektaşım anayasaya aykırılık iddiasını ileri sürdü.” dedi.
Başkan savunma için bir avukata daha söz verdi.
Av. Özkan Yücel: “Yargılama pratiğinin başından beri sizi rahatsız edip etmediğini soracağım. Helvadan yaptığımız acıktıkça yediğimiz putun ne olduğunu anlatacağım. Süreci ve hukuksuzlukları anlattılar. Siyasetin toplumu dizayn etmesi, yargı eliyle gerçekleşiyor. Hedef Şebnem Korur Fincancı değil sadece, bu ülkedeki muhaliflere, ‘sakın hoşumuza gitmeyen bir şey söylemeyin, size de ders olsun’ dediler. Sayın yargıçlar size de aynı şeyi söylüyorlar, istemedikleri kararı veren mahkemeyi dağıtmıyorlar mı? Talimat veriyorlar, bu talimatın dik alası değil mi? İzmir’de yaşadık, bir siyasi partinin ilçe temsilcisini tutukladı diye hakimi oradan alıp başka bir şehre sürdüler. Size de parmak sallamaydı o. Şov devam ediyor. İlk duruşmada söyledik, kıyas yapamazsınız dedik. Savcıya sormadınız bile mütalaasını. Kendi başınıza yapıyorsunuz, hukuk öyle bir şey değil. Biz burada eğrisiyle doğrusuyla söylüyoruz, korkuyorum sessizliğinizden ve 3 aydır tutuklu yargılamanızdan dolayı, olur olmaz gerekçesiz alt sınırdan uzaklaşmanızdan korkuyorum. Umarım özür dilemek zorunda kalırız, hayatımızın hiçbir yerinde yeriniz yok, ancak verdiğiniz kararları konuşabiliriz, sizden hukuka uygun karar bekliyoruz. Umutlu değilim, bu sessizliğiniz teslimiyetin sessizliği gibi geliyor bana. Hukuku yaralamış olacaksınız çünkü bu dosya devam ettirecek tutukluluk dosyası değil. Hesaplamışsınızdır. 4 yıl ceza verseniz yatmayacak, farkındasınız dimi artık tahliye etmek zorundasınız, koşarak yurtdışından gelen bir kişiyi tutuklu bırakmak hangi akla sığar? Bir an önce beraat verin.” dedi
Şebnem Korur Fincancı’ya son sözü soruldu: “Teşekkür ederim avukatlara, zor koşullarda burada olanlara, çevirmenlere teşekkür ederim. İnatla sürdürdüler ayakta, herkese ve bir de Dünya Çalışan Gazeteciler günüydü dün, aslında Türkiye için Hapisteki Gazeteciler günü olmalıydı. Her birine teşekkürler. Selçuk Kozağaçlı’nın adı geçti burada, çok uzun yıllara dayanan dostluğunuz var adını anmadan olmaz. Siyasetler değişir ama tutum değişmez, Selçuk hep Bakunin’i anar, ‘hukuk iktidarın fahişesidir’ der. Biz biliriz baskıları, bu hukuki bir dava değil siyasi bir dava, TTB’yi yok etmek üzere, toplumun haklarını arama iradesini yok etmek üzere olan bir dava, bin kez budadılar körpe dallarımızı, yine çiçekteyiz, yine meyvedeyiz, ama bitmedi sürüyor kavga sürecek yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek, aşkımız bu yeryüzünü kaplayana dek.” dedi.
Nihai karar için duruşmaya 13.30’da başlamak üzere verildi.
Arada sonra 13.30’da duruşma devam etti. Herkes salona alındı ve karar okundu. Şebnem Korur Fincancı hakkında TMK 7/2 madde gereği terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan 2 yıl, 8 ay, 15 gün hapis cezası verildi ve tahliyesine karar verildi. Tahliye kararını duyan salondaki izleyiciler hapis cezasının üzüntüsü yerine tahliye sevinci yaşadılar. Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’ndan Fincancı’yı almak üzere adliyeden ayrıldılar.